Alevilik bir hayat tarzı ve bu tarzın felsefesidir.
Bu felsefe insanın insanla, insanın doğayla, insanın otoriteyle olan ilişkileri ve mücadelesinden doğan bir kültür, bir tarzdır.
Bu mücadeleden ortaya çıkan ahlaki karakter ise “eline, beline, diline sahip olma” anlayışına dayanır.
Onbin yıl kadar eskiye giden bu kültür, Ortadoğu ve Ön Asya halklarında hakim olan bir kültürdür ve karakteri itibariyle de hep muhaliftir.
Başlangıçta kendini pagan inançlarıyla ifade ederken semavi dinlerin ve özellikle İslamiyetin doğuşu, gelişmesi ve iktidar olmasıyla beraber Alevilik, kendini bu kez İslamla ifade etmeye başlamıştır.
Böylece İslamiyet öncesi var olan binlerce yıllık bir kültür, bir inanç sisteminin parçası haline gelmiştir.
Ancak İslamiyetin temel ilmühaline uymamışlar, bunun yerine tarihsel referans olarak Hz. Ali’nin haksızlığa uğramasını, Hüseyin’in Kerbela’da katledilmesini rehber edinmişleridir.
Özellikle Hüseyin’in Kerbela’da katledilmesi Aleviliğin İslamla örtüşen en önemli olayıdır.
Bu olayı anmak için her yıl Kerbala’da yaşanan katliamın anısına “Muharrem ayında oruç tutarlar…”
(Bu oruç, İslam’ın temel referansı olan Kuran’da ifade edilmez, bu nedenle bu oruca anma orucu dersek yanlış olmaz.)
12 günlük oruç sonrasında Muharrem ayının 10. günü aşure dağıtılır
Aşure yapıp dağıtma sadece Alevilerde değil, Sünni Müslamanlarda da bir gelenek halini almıştır.
Yani, aşure dağıtımı Kerbela’da şehit edilenlerin ruhuna adanan bir ritüeldir…
Bu ritüelin en önemli yanı, sünni olsun Alevi olsun yapılan aşurenin en az “yedi kapıya” dağıtımının yapılması, tanısın tanımasın yoldan geçen herkese bir tas aşurenin verilmesidir.
Kısacası, aşure dağıtımı “resmi” bir işlemden öte bir gönül işi, bir saygı ve anma işidir.
Yukarda da değindiğim gibi “Alevilik, İslamla kendini ifade etmeye başladıktan sonra Sünni ilmühaline göre inançlarını oluşturmadıkları, tarihsel geleneklerinin törelerine göre yaşadıkları için hep muhalif olarak kalmışlardır.”
Haliyle Selçuklulardan Osmanlı’ya ve bugün Türkiye Cumhuriyetine dek uzanan yüzyıllar boyunca her “devletle sorunlu” olagelmişlerdir.
Ve Atatürk dönemi hariç hiçbir zaman “devletin Alevisi” olmamışlardır.
Ve bu nedenle Alevilikle ilgili ritüellerin hiçbir zaman devletin töreni haline gelmesine izin vermemişleridir.
Zaten devletin de “aman Aleviler bizim yurttaşımızdır onunla ilgili töreni ben yapayım” diye bir talebi, düşüncesi ve isteği olmamıştır.
Lakin, son yıllarda özellikle AK Parti döneminde zaman zaman Alevi Çalıştayları yapıldı, Alevileri kurumsal olarak devletle ilintileyip temsil edilme noktasında girişimler oldu.
Ancak güçlü bir sivil örgütlenmesi olan Alevi toplumu devletin Alevisi olmaları yönündeki bu girişimleri hep reddettiler.
Antalya’da da Alevilerin sivil toplum olarak örgütlenmesi güçlüdür.
Çok sayıda Alevi derneği ve vakfı vardır.
Toplumsal dinamiğin en önemli yanlarından birini oluştururlar.
Demokrasi mücadelesinde de hep vardırlar.
Bu Alevi dernek ve vakıfları bu yıl da her yıl olduğu gibi “aşure dağıtımı” yaptılar.
Ancak bu kez yapılan aşur dağıtımı ritüelini “resmi karaktere” devşirdiler.
Büyükşehir Belediyesi tarafından desteklenen ve adeta “resmi bir törene” dönüştürülen aşure dağıtımı Aleviliğin tarihsel anlayışına, sivil toplumsal karakterine uygun düşmemiştir.
Dernek ve vakıflar adına yapılan konuşmada “Aşure dağıtımı artık sadece Kerbela şehitleri için değil, zulmün buluştuğu Dersim, Sivas, Çorum, Maraş, Suruç, Ankara Garı, Taksim, 1 Mayıs ve Gezi, Roboski, 6-7 Eylül olayları kısacası yeryüzünde yaşanmış tüm Kerbelalar da yitirilen insanlarımız içindir” diyerek aşure dağıtımı olayının Kerbela’yı da aştığı ifade edilse de bence aşure dağıtımı özel bir ritüeldir.
Bir empatinin, bir haksızlığa başkaldırının sessiz ifadesidir.
Bu nedenle bu töre hiçbir siyasi yapılanmanın, hiçbir siyasi çıkarın aracı olamaz ve olmamalıdır.
Umarım Alevi örgütleri önümüzdeki yıllarda aynı hatayı bir kez daha yapmazlar…