Eskiler Kasım ayının yarısına pastırma yazı, yarısına da bol yağmurdan dolayı kış derlerdi.
Karın ucu görünürdü…
Şimdi yağmurun damlası yok, herhalde Kasım ayının tamamı pastırma yazı olacak gibi görünüyor Antalya’da…
Yapraklar bile canlılığını kaybetse de hala dallarında…
Renkleri yeşilden turuncuya, sonradan sarıya dönüşmüyor…
Gökyüzünde mendil kadar bile bulut yok…
Sabah pazara gitmek için yola çıktım.
Pazar yeri biraz yakın olduğu için yaya gideyim, Kasım güneşiyle oynaşayım dedim.
Biraz ötede ellerindeki uzun sopalarla zeytin çırpanlar vardı.
Yanaştım, bir süre izledim…
Kadınlar ve çocuklar yerlere dökülen zeytinleri topluyorlardı…
Üzülerek baktım zeytinlere, nerede o eski etli, iri zeytinler…
Mübarekler leblebi gibi…
Zeytin çırpan adam sopayı bıraktı, toplayanlara dönüp bakınca yanaşıp selam verdim…
“Bereketli olsun…”
“Öyle olsun beyim, sağolasın…”
“Zeytinler bu sene pek küçük görünüyorlar…”
“Maalesef öyle, susuzluktan… Yağmur yok… Devlet bize zaten küskün, kurban olduğum Allah da küstü zahir…”
“Desene bu sene zeytin yağı yine pahalılanacak…”
“Ne ucuz ki beyim! Mazot anasının nikahını geçti, işçilik, gübre yıldızda. Çoluk çocuk toplandık çalışıyoruz… İşin aslı biz bittik beyim. Ölmüşüz de ağlayanımız bile yok.”
Yutkundum, bir şey diyemedim “rastgele” dedim ve pazara doğru yola devam ettim…
Ettim etmesine de aklım zeytinlikte kaldı…
Evden keyifle çıkmıştım, şimdi içimde bir öfke kıvılcımı parlamaya başladı…
Satıcıların çığırtkanlıkları, alış-veriş yapanların uğultusu içindeki pazara girdim ve ilk tezgahta domateslere baktım, kilosu 60 lira…
Dayanamadım ve içimde kıvılcımlanan öfkenin verdiği saldırgan üslupla sordum.
“Ya hu bu ne böyle? Domates 60 lira olur mu?
“Olur, olur abiciğim… kışa doğru 100 lira da olur…”
Şaşkınlıkla kızgınlık arasında kararsız kalan bakışlarımdan etkilenmiş olacak ki gözlerime dik dik bakarak…
“Mazot kaç para biliyor musun? Gübre kaç para onu da biliyor musun? Tohumu, ilacı, nakliyeyi bunlarla topla, üzerine de bizim ekmek paramızı ekle görürsün domatesin neden 60 lira olduğunu…”
Başımı öne eğdim, haklı söze ne denir?
Yelkenleri suya indirdiğimi farkeden pazarcı gencin seslenişiyle baktım…
“Abi sen aklı başında birine benziyorsun. Ama maalesef durum bu. Ben ister miyim bu fiyatlara domates satmayı? Kim ister böyle olmasını? Tepkili olan vatandaşlara anlatıyoruz, anlamıyorlar, hükümete toz konudurmuyorlar yine de…”
“Peki sence bu böyle gider mi?”
“Parası olan alacak, olmayan alamayacak”
“Olmayan ne yapacak peki?”
“Ya çalacak, ya mafya tetikçisi olacak, ya uyuşturucu satacak, ya da ölecek…”
“Sence bu halk buna tepki göstermez mi? Mesela sokaklara çıkıp protesto etmez mi?”
Genç irisi pararcı eliyle pazardaki halkı göstererek alaycı bir şekilde gülümseyerek
“Bu halk mı? Git ordan işine be abi… bu halktan bi halt olmaz. Ne sokağa çıkar, ne protesto eder… yıllardır pazarcılık ederim. Bu halkı iyi tanırım. Bu halk sokağa falan çıkmaz. En fazla itiraz eder, o da kendi kendine söylenir durur. Bu halk en fazla şükreder haline ahvaline…”
Sen çok iyi birisin diyen pazarcının elime tutuşturduğu muzu soyarak oradan uzaklaştım.
Biraz ileride durdum.
Bir elimde soyduğum muza baktım, dönüp bir de pazar yerindeki halka…
Karmakarışık duygular içerisinde hiçbir şey almadan evin yolunu tuttum…