Hatırlarsınız; Sayın Cumhurbaşkanı “İsrail’in yeni hedefi Türkiye” diye bir açıklama yapmıştı.
Henüz bu açıklama daha sindirilmemişken bu kez TBMM’nin yeni yasama yılı açılışında Bahçeli’nin ilginç girişimlerine tanık olduk.
DEM Partisi Genel Başkanı Bakırhan’ın yanına giderek elini sıktı ve arkasından da “Öcalan, tek taraflı olarak PKK’ya silah bıraktırmalı ve örgütün tasfiyesi için çağrı yapmalıdır” diye bir açıklama yaptı.
Sayın Cumhurbaşkanının ve Bahçeli’nin açıklamaları günlerce “uzmanlar(!)” tarafından medyada tartışıldı ve halen de tartışılmaya devam ediyor…
İzlediğim tüm programlarda hiç kimse bu iki açıklamanın da “toplumsal, siyasal ve askeri karşılığı olmadığını söylemedi ya da söyleyemedi...”
Bana göre her iki açıklamanın “hakikatle” hiçbir bağı yoktur…
İsrail gibi bir ülkenin, NATO üyesi, AB’ye aday ülke ve 85 milyon nüfuslu, dünyanın en güçlü birkaç ordusundan birisine sahip olan Türkiye’ye saldırması ya da saldırmayı düşünmesi, bir çakalın bir file saldırması ne kadar gerçekse, o kadar gerçektir…
Gelelim Bahçeli’nin açıklamalarına…
Bahçeli, Öcalan’a çağrı yapıyor ve PKK’yı tasfiye etmesini istiyor…
Öcalan’nın bunu yapmaya gücü yeter ya da yetmez bu ayrı bir konu ama soru şu: Öcalan bunu niye yapsın?
Üstelik Bahçeli çağrısında “tek taraflı” diye bir ifade kullanıyor…
Bunun anlamı şu: “Bunu yaparsan karşılıksız yapacaksın ve benden bir şey bekleme.”
25 yıldır içeride tuttuğun ve ne zaman çıkacağı belli bile olmayan, örgütü sayesinde uluslararası tanınırlığını sürdüren terör örgütünün liderinin merhamete gelerek;
“Ya Bahçeli abimi fazla üzmeyeyim, şu Karayılan’a haber göndereyim de örgütü dağıtsın. Hem bak gidip Bakırhan’ın elini de sıkmış… daha ne olsun” diyeceğini mi sanıyorsunuz?
Elbette bu ülkede nefes alıp-veren her canlı PKK’nın tasfiye edilmesini ve silahlarını bırakmasını ister, ancak Öcalan’ın böyle diyeceğini sanmanın hakikatle uzaktan yakından alakası yoktur…
Sayın Cumhurbaşkanın, Bahçeli’nin bu açıklamalarını “Cumhur İttifakının ortak görüşü” olduğunu açıklaması, gerçekle alakası olmayan bu iki açıklamanın “hakikatte ne için yapıldığını” ortaya koymaktadır…
AK Parti ve MHP yerel seçimlerden bu yana çok ciddi kan kaybediyorlar…
Ve ekonomik zorluklar sürdükçe bu kan kaybı her geçen gün daha da hızlanıyor…
Ekonomik göstergeleri düzeltip bu kan kaybını ve taban kaymasını önleyemediklerinden, eskiden olduğu gibi “hamasete” oynamaları da artık toplum tarafından “yenmediği” için taban kaymalarını önlemek ve kendi doğal seçmen tabanını konsilide etmek için “hakikatle alakası olmayan” dış tehdit ve terör korkusunu tetikleyen açıklamalara yöneliyorlar…
Bu işin bir yanı.
Diğer yanı ise “İsrail ve PKK terörünü” yan yana getirerek toplumun ve devletin eskiye göre daha ciddi tehditlerle karşı karşıya olduğunu gösterip 2016’dan bu yana izlenen “güvenlik politikalarını” daha da sıkılaştırmayı ve zaten çok cılız olan sokak direnişleriyle sendikaların grev ve benzeri eylemlerini yasal yollarla engellemeyi hedefliyorlar…
Bunun ilk adımı da atıldı zaten.
TBMM’ye sunulan yeni yasa teklifiyle “etki ajanlığı” denilen düzenlemeyi yeniden getirmeye çalışıyorlar…