Gerçekten çok farklı bir ülkeyiz.
Yaşadığımız şu son hafta içindeki olayların herhangi biri batılı bir ülkede olsa sanırım aylarca gündemden düşmez ama bizde son hızla “eskiyor” ve gündemden düşüyor…
1,5 yıldır tartışılan Sinan Ateş’in bir suikaste kurban edilmesi olayı nihayet mahkeme safhasına geldi.
5 gün süren duruşmalarda yaşananları yazmayacağım çünkü yazılı ve göresel basında yeterince anlatıldı ve yazıldı.
Dikkat çeken nokta şu; bu cinayetin siyasi sorumlularının korunması için acayip şekilde bir perde örülüyor…
Kanıtlara, belgelere, tanıklara rağmen siyasi sorumlular devletin gizli dehlizlerindeki karanlık el ya da eller tarafından korunuyor ve yargıyı bile kontrol ediyorlar…
Aslında devletin gizli labirentlerinde ayak izleri kaybedilen bu tür olaylara alışık bir toplumuz.
Bununla ilgili yüzlerce örnek sayılabilir.
Uğur Mumcu, Gaffar Okkan, Orgnl. Eşref Bitlis, Korgnl. Bahtiyar Aydın, Madımak katliamı, Başbağlar katliamı, yüzlerce solcu ve ülkücü gencin, gazetecilerin katledilmesi, vs vs…
Daha onlarcası sayılabilecek bu olayların ne siyasi ne de bürokratik sorumluları ortada yoklar ya da korunuyorlar…
Umuyorum ve diliyorum ki Sinan Ateş suikasti davası aynı akıbete uğramaz…
Gerek katiller, gerek azmettiriciler ve gerekse siyasi sorumlular açığa çıkarılır ve gereken cezayı alırlar…
Yukarıda saydığım bu örneklerden birisinin de karar duruşması vardı bu hafta…
10 Ekim 2015 günü Ankara Garı önünde “barış ve demokrasi” talepleriyle toplanan onbinlerce insanın orta yerinde patlatılan bomba ile 104 kişi hayatını kaybetmişti.
Olayı meydana getiren canlı bombaların IŞID militanı oldukları ve bunların patlamaya kadar eğitilip örgütlendikleri yargı kararı ile belirlendi.
Bu olayın meydana gelmesine neden olan IŞID militanları yakalandı ve bu haftaki yargılama ile ağır cezalar verildi.
Ancak bu kararlardan kamuoyu vicdanı tatmin olmadı.
Çünkü gerek patlamayı yapan canlı bombaların ve gerekse bunları örgütleyenlerin olaydan çok önceden Emniyet tarafından takip edildiği mahkemede kanıtlandı.
Ancak bu takibe rağmen nasıl olur da bu bombalar patlatılmadan yakalanmazlar?
Bu olayın aynı zamanda “insanlığa karşı suç” olarak mahkeme tarafından karar altına alınmaması verilen kararın buruk yanlarındandı.
Keza, olayın olduğu gün Başbakan olan “Ahmet Davutoğlu’nun” siyasi sorumluluğu olduğu bu nedenle mahkemeye gelip ifade vermesi gerektiği müşteki avukatlarınca defalarca talep edilmesine rağmen mahkme heyetinin bu talebi reddetmesi, yine bu kararda devletin karanlık elinin müdahalesi olduğunu göstermektedir.
Bu haftanın bir başka tartışması ise milli maç sonrası iki eliyle kurt işareti yapan bir futbolcunun bu hareketinin “siyasi nitelik” taşıdığı gerekçesiyle UEFA tarafından cezalandırılması.
Kısaca şunu söylemek isterim;
Sahadaki bu futbolcu sadece kendisini değil, yaptığı işarete tavırlı olanların da içinde olduğu 85 milyon insanı orada temsil ediyor…
Kendi tercihleriyle değil, Türkiye Cumhuriyetinin sembolleriyle hareket etmesi daha doğru olurdu.
Nitekim ay/yıldızlı Türkiye Cumhuriyeti bayrağının olduğu formasını çıkarıp öperek sallasaydı sanırım 85 milyon insan da aynı coşkuyla karşılık verirdi.
Çünkü kutsal olan yaptığı işaret değil, bayraktır…