Dün Halk TV’de adeta “cumhuriyet tarihinin ansiklopedisi olan CHP müzesinin” tanıtımını izlerken 1967 yılının güz aylarındaki bir anımı yeniden yaşadım.
5 yılın sonunda nihayet ortaokul son sınıfına gelebildiğim günlerdeydi, Malatya Belediye Başkanı ve aynı zamanda Paşa’nın yeğeni olan Turgut Temelli’nin evinde İsmet İnönü ile tanışmam.
***
Önce kısaca babamı sizlere tanıtmak isterim…
5 yıl askerlik yaptıktan sonra 1945 yılında terhis olunca memleketi Diyarbakır’a dönmek yerine Malatya’ya yerleşmiş, başta fırıncılık olmak üzere birçok işte çalıştıktan sonra berber olmaya karar vermiş.
Müthiş Atatürk ve İnönü hayranı birisiydi.
Atatürk’ün ilkelerini, düşüncelerini falan bilmezdi ama sözü geçtiğinde “Oğlum bak şu ezanlar okunuyorsa, bayrağımız dalgalanıyorsa, ırzımız-namusumuz düşman elinde payimal olmadıysa bunu Atatürk’e ve Paşaya borçluyuz” derdi.
Yani anlayacağınız babamın Atatürkçülüğü bu kadardı.
Hiç kimseye Atatürk ve İnönü hakkında tek bir kötü söz söyletmezdi.
Son derece munis ve saygılı birisi olmasına rağmen birisi bunlar hakkında ileri-geri konuşsa hırçınlaşırdı.
Kaç kez kavga ettiğine şahit olmuşumdur.
***
İsmet İnönü, her Malatya’ya gelişinde yeğeni olan Turgut Temelli’nin evinde kalırdı.
Bizim dükkâna 150 metre mesafede, tek katlı bir evdi.
Paşa yine Malatya’ya gelmiş ve Turgut Temelli’nin evine geçmişti.
Ben İstasyon Caddesinde, siyah bir cadillak arabada halkı selamlayan İnönü’yü ilk kez canlı görmüş ve heyecanlanmıştım.
Koşar adım dükkâna gittim ve kalfalara İnönü’yü nasıl gördüğümü anlatırken bir zabıta telaşla içeri girdi ve babama,
Usta, Başkanım acele seni istiyor. Paşa’yı tıraş edeceksin.
O sakin, 90 okkalık koca adamın nasıl çevik bir hareketle yerinden fırladığını, çantasını kapıp tıraş malzemelerini yerleştirirken yaşadığı heyecanı görünce beni de bir heyecan aldı.
Ağabeyimle beraber tam çıkıyordu ki, korkarak yaklaştım ve ancak duyulacak bir sesle,
Baba bende geleceğim, çırağım dersin.
Terslenmeyi beklerken Babamdan beklemediğim bir cevap geldi.
Haydi yürü. Ama bak Paşanın ve Mevhibe Hanımın elini öpecek hemen çıkacaksın.
Yüreğim gürp gürp atamaya başladı.
Tarih kitaplarında okuduğumuz Kurtuluş Savaşının komutanı, Atatürk’ün en yakın arkadaşı, cumhurbaşkanı olan bir kahramanı yakından tanımak…
Benim gibi sıradan bir halk çocuğu için inanılmaz bir şeydi.
Adeta seğirterek gittiğimiz eve girince hemen sol tarafta, caddeye bakan, kapısı açık bir salon vardı.
İnönü ve Mevhibe Hanım yan yana iki koltukta oturuyorlar, içerdeki zevatın bir kısmı otururken bir kısmı da el pençe, kıyamdaydı ve birisi son derece saygılı bir sesle Paşa’ya bir şeyler anlatıyordu…
İçeriye girdik, benden başka çocuk yoktu.
Babam elindeki malzeme çantasını kapının yanındaki sehpaya bıraktı ve hemen İnönü’nün yanına varıp eline uzandı.
Mevhibe Hanıma başıyla selam verdikten sonra o da el pençe kıyama durdu.
Ağabeyim çantayı açıp malzemeleri çıkarmakla meşgulken Babam göz işaretiyle “elini öp” dedi.
Bacaklarımın titrediğini hatırlıyorum.
Bütün kan yüzüme vurmuştu.
Parmak uçlarımda kapıdan İnönü’nün yanına kadar yürüdüm, eline uzandım.
O sırada Başkan Temelli’nin sesini duydum.
Paşam ustamızın oğlu…
Tam geri çekilecekken kolumu tutup durdurdu.
Adın ne?
Mehmet…
Okula gidiyor musun?
Ortaokul son sınıftayım.
Çok iyi… Atatürk’ü sever misin?
Elbette, o bizi kurtardı.
Sadece o mu kurtardı?
O heyecan içerisinde nasıl olduysa salaklığımı anladım.
Sadece Atatürk değil elbette, sizin gibi komutalarla beraber kurtardı.
Başım öne eğik cevaplarken o an yüzüne baktım.
Yumuşacık gülümsüyordu ama gözleri çelik gibiydi.
Başımı okşadı ve
Aferin Mehmet. Bu memleketin senin gibi Mehmetlere ihtiyacı var. Okulunu sakın bırakma.
Dedikten sonra kolumu bıraktı ve ben hemen yanındaki Mevhibe Hanıma yönelip elini öptüm.
Babamın gözlerini kapıya doğru çevrilmesiyle de gitmemi istediğini anladım ve Paşaya sırtımı dönmemin saygısızlık olacağını düşünerek geri geri yürüyüp kapıdan çıktım.