Korkularımız, kişisel tarihimizdir…
Korkularımız vardır;
İyi olanı yitirmek, güzelliklerin sona ermesi gibi…
Korkularımız vardır;
Sevgisiz ve yalnız kalmak gibi…
Soğuk gecelerde, soğuk duvarlara soğuk gözlerle bakmak gibi…
Korkularımız vardır;
Yaşlanmak, yüzün kırışması, yakını görememek gibi…
Korkularımız vardır;
Yaşlandığımızda hayatı paylaşacak kimsenin kalmaması gibi…
Yaşlılar yurdunda kendin gibi insanlarla anıları konuşma, hemşirenin ilaç saatinde haplarını vermeye gelmesi, güneşli bahar günlerinde bir türlü ısınmayan kemiklerini ısıtmak gibi…
Korkularımız vardır;
Penceredeki fesleğenin kuru bir rüzgârla savrulması, kokusunun bir daha duyulamayacak olması gibi…
Korkularımız vardır;
Hiç seslendiremediğimiz, kendimize bile itiraf edemediğimiz korkularımızdır bunlar.
Gözün gibi koruyup baktığın çocuğunun senden önce ölmesi gibi…
Korkularımız vardır;
Rahim ya da prostat kanseri olup bir daha sevişememek gibi…
Korkularımız vardır;
Geleneklerden, konu-komşu ne der korkusundan yaşayamadıklarımız, sevgilimizin elinden tutamadığımız gibi…
***
Halk arasında bir deyiş vardır:
Korkunun ecele faydası olmaz, derler…
Biliriz ki birlikte yaşadığımız korkularımızın tümünü değilse bile bir kısmıyla önünde sonunda karşılaşacağız.
Buna rağmen korkmaya devam ederiz.
Yüzleşemeyiz korkularımızla…
Kimi korkuları yaşamayız, kimileriyle de hep iç içe bir ömür geçiririz.
***
Ve bir gün bu korkularımız, anılarımız olur…
Yüzümüzdeki gülümsemeye oturan, yüzleşemediğimiz korkuların acısının yarattığı kıvrımlarıyla anlatırız korkularımızı, anı olarak…
Ancak anlatırken korkularımızdan dolayı yaşayamadıklarımızın özlemi ve ağırlığını hep duyarız yüreğimizin bir yerlerinde…
Aslında gülümsemelerimizi acılaştıran, korkulardan öte yaşayamadıklarımızın özlemleridir…