Giren deresinin pırıltılı sularına dalmışken birden bir gümbürtü duydu.
Adeta deprem titreşimiydi yerden gelen sesler…
Yüreği de bu seslerle birlikte gümbürdemeye başladı.
O biliyordu bu tok ve ritimli seslerin nereden geldiğini…
Çömeldiği yerden ayağa kalktı, ufka doğru baktı…
Mart güneşinin parlaklığından bir şey göremeyince elini gözlerinin üstüne siper yaparak heyecanla bir kez daha baktı..
Uzakta, çok uzakta gümbürtülü seslerin geldiği, “Eynif Ovasının” göz erimi noktasında bir toz bulutu vardı….
Yaklaştı… yaklaştı ve o altın zerresi parlaklığındaki toz bulutunun önünde kısa, güçlü bacaklarıyla yeri döven doru atı gördü…
Yay gibi gerilmiş ve uçarcasına kendisine doğru geliyorlardı yılkı atları…
Her bahar yaptıkları gibi kayanın altından dönüp turlarını tamamlamak üzere geldikleri yere doğru gideceklerdi…
Heyecenla yanından geçmelerini beklemeye başladı…
Gözlerine siper ettiği elleriyle ilerledi kayanın ucuna kadar, atları daha iyi görmek istiyordu…
Birden sesler kesildi, herşey altın parlaklığındaki toz bulutunun içinde kalmıştı…
Atlar dönüp gitmemişler, çömeldiği kayanın altında zınk diye durmuşlardı…
Eğildi, baktı…
Doru at, körük gibi inip kalkan gövdesiyle ve burnundan verdiği gürültülü nefesiyle kendisine bakıyordu…
Ön ayağı ile yeri eşeledi ve komut verircesine kişnemeyle karışık bir ses çıkardı…
O an arkalarda atların arasından bembeyaz iki tay koşarak yanına geldi…
Anlamıştı… yılkı başı doru at, yeni doğan taylarını kendisine tanıtıyordu…
Uzandı, eliyle burunlarına dokundu…
Bir anda tüm yılkı atları Eynif Ovasını titreten bir sesle kişnemeye başladı…
Yer, gök yılkı atlarının kişnemesiyle dolmuştu…
Bu bir çağırıydı…
Birden zıpladı yatağında “Aydın Özgüven…”
Kan ter içinde kalmıştı, rüya görüyordu…
Doğup büyüdüğü topraklardan bir çağırı vardı…
Girişinde “Doğdukları yeri unutmayanların köyü” tabelası asılı olan “Ormana Köyü…”
Fransız asıllı olan eşi “Jane’yi” uyandırdı, rüyasını anlattı.
Alp dağlarının engin vadilerinde yetişmiş olan Jane’de heyecanlandı…
Öğlene doğru kararlarını vermişlerdi…
Ormana köyüne, özlemini çektiği topraklara döneceklerdi…
Çocuklarını topladı ve konuyu enine boyuna konuştuktan sonra en kısa zamanda işlerini tasfiye etmeyi kararlaştırdılar…
Ancak zor işti işleri tasfiye etmek…
Biri İstanbul’da, diğer Kocaeli’nde olan ve aylık 16 bin ton demir-çelik üretimi yapan iki fabrikayı ve ticaretini kısa sürede “Aydın Özgüven ve oğlu Tolga Özgüven” birlikte tasfiye ettiler…
Kolay değildi büyük bir serveti ve bu servetin sağladığı İstanbul’un o görkemli hayatını terk etmek…
Ama ettiler…
Sadece sıla hasreti, doğrukları yere olan bağlılıkları değildi bu dönüş…
Ormana’ya turizm amaçlı yatırım yapmayı, köylerinin doğal güzelliklerini, yılkı atlarını ve tarihi dokusunu, binlerce yıllık gelenekten gelen “düğmeli evleri” restore ederek kullanılabilir hale getirip tanıtmayı hedeflerine koydular…
Böylece gurbetçilerin köyü değil, sılaya dönenlerin köyü yapacaklardı Ormana’yı…
2011 yılında ailece gelip yerleştiler ve çalışmaya başladılar…