Sonbahar her zaman hüzünle gelmez…
Kimi dönemlerinde ağır acılarlarla da gelir…
Tıpkı Narin kızın katledilmesi gibi…
Tıpkı Tekirdağ’da 2 yaşındaki kız çocuğuna yapılan istismar gibi…
Tıpkı 9 yılda “kaybolan(!)” 104 bin çocuğun bilinmeyen akibeti gibi…
Sonbahar her zaman hüzünle gelmez…
Kimi dönemlerinde omuzlara çöken ağır yoksulluklarla da gelir…
Tıpkı kışın nasıl ısınacağını düşünen baba gibi…
Tıpkı çocuğunu aç bîlaç okula gönderen annenin yürek ağrısı gibi…
Tıpkı ev kirasını nasıl ödeyeceğini düşünen emekçinin anlamsız bakışları gibi…
Sonbahar her zaman hüzünle gelmez…
Kimi zaman ya da her zaman koyulmuş bal kıvamında da gelir…
Tıpkı elinizden düşüremediğiniz bir kitabın orta yeri gibi…
Tıpkı ocakta yanan meşenin parlayan közü gibi…
Tıpkı dalında yarılmış incirin damlayan şırası gibi…
Sonbaha her zaman hüzünle gelmz…
Kimi zaman ya da her zaman siyasal, sosyal, kültürel hesaplaşmalarıyla da gelir…
Tıpkı monopol oynayan çocukların oyun masasını devirmesi gibi…
Tıpkı marangozun planyada kolunu kaptırması gibi…
Tıpkı cambazın ipten düşüp kolunu bacağını kırması gibi…
Sonbahar her zaman hüzünle gelmez…
Kimi zaman ya da her zaman sarı bir sabır ve kırmızı bir bekleyişle de gelir…
Tıpkı asker yolu bekleyen bir ananın asker yoluna dönüşmüş kırmızı gözleri gibi…
Tıpkı sabırla zam haberi bekleyen emekçilerin sapsarı yüzleri gibi…
Tıpkı devrim yolunu gözleyenlerin Godot’u kızıl bir yüzle bekleyişleri gibi…
Sonbahar her zaman hüzünle gelmez…
Kimi zaman ya da her zaman sarının milyonlarca tonundaki umutla da gelir…
Tıpkı sandal ağacının zar kalınlığındaki kabuğunun tütsü kokusu gibi….
Tıpkı milyarlarca tohumunu toprağa salan tabiatın “bi dahaki sefere” demesi gibi…
Tıpkı ana karnından çıkan zamansız bir oğlağın çığlık çığlığa haykırması gibi…
Aslında bu çoğrafyanın sonbaharı umut ve bekleyişin sonbaharıdır…
Dünyadaki ender zenginlikteki doğal kaynakları ve gerçekten yaratıcı nitelikleri olan insanları ile huzurlu ve refah içinde yaşamayı fazlasıyla hak eden bir toplumuz…
Lakin 11. yüzyıldan bu yana ne yazık ki hak ettiğini siyaset kurumunun niteliksizliği nedeniyle bir türlü alamayan bir toplumuz, çünkü paylaşımlar hep adaletsiz olmuştur…
Kıyımlar, yokluklar, yoksulluklar, sömürülmeler, işkenceler, zulümler, cezaevleri, sürgünler, acılar, hasretler, özlemler hep halktan yana düşmüş…
Bolluk, bereket, refah, huzur, zenginlik, en iyi nimetlere kolayca ulaşma, güven içinde yaşama, en güzele ve en iyiye sahip olma ise hep yönetenlere ve onların yandaşlarına düşmüş…
Ancak bu halk yüzyıllardır sabırla, inatla her sonbahar adaletin tecelli edeceği umudunu hep sıcak tutmuş…