Ülkemizde son yıllarda yaşanmakta olan ve Gezi olaylarından sonra inanılmaz boyutlara ulaşan online bilgi kirliliği son seçimler ve ülkemizi yasa boğan terör olayları ile birlikte öyle bir boyuta geldi ki, yaşananları sadece dezenformasyon kavramı ile ilişkilendirmenin doğru olmadığına inanıyorum. İnsanları provoke etmek amacıyla sahte fotoğraflar ile asılsız haberler ortaya atarak başarılı olmaya çalışan karanlık güçler çoğu zaman başarılı olabiliyor. Bunun ardında yatan en önemli etkenlerin başında da sosyal ağlarda bizlere servis edilen her paylaşımı doğruluğunu araştırmadan çevremize iletmemiz yatıyor.
Hukuksal olarak suç olarak kabul edilsin ya da edilmesin, bir kişinin görünmezlik zırhı altında başkalarını taciz etme, suçlama, deşifre etme, aşağılama, iftira atma, provoke etme veya vandalizme teşvik etme gibi paylaşımlarda bulunmasının doğru olmadığı gerçeğini artık beyinlerimize yerleştirmemiz gerekiyor. Bugün ideolojik veya farklı sebeplerden dolayı tasvip ettiğiniz hatalı bir davranış yarın size karşı gerçekleştirildiğinde rahatsız hissedecekseniz o davranışa destek olmamalısınız. Evrensel etik kurallarından birisidir bu…
Twitter başta olmak üzere provokatif paylaşımlara yönelik erişimin 5651 sayılı kanunda yapılan son değişiklikler sonrasında sadece içeriğe yönelik gerçekleşmesi gerekirken “tedbir kararı” adı altında yapılan engellenmeler çözüm sağlamaktan öte dezenformasyon sorununun içinden daha da çıkılmaz bir hal almasına sebep oluyor.
Elbette durumun vahametini kavrayabilmenin en güzel yolu gelişmeleri objektif bir biçimde prizmanın farklı açılarından inceleyebilmekte yatıyor. Çünkü görünüş itibariyle mevcut durumdan kazançlı çıkan tek bir taraf var, onu da yazının sonunda fark edeceksiniz zaten…
Öncelikle, bireysel haber alma ve iletişim hakları Anayasa’nın “İfade Hürriyeti” başlıklı 26. maddesi ile koruma altına alınmış bir vatandaş olarak e-sansür’e her zaman karşı olduğumu hatırlatmak istiyorum. Politik dedikoduların, iftiraların ve hatta politikacılara yönelik küfür ve hakaret içeren pek çok eleştirinin yapıldığı yerlerin başında kahvehaneler gelir. İçeride çay içen insanların politikacılara hakaret etmesinden ya da iftira atmasından dolayı ülkede kahvehanelerin kapılarına kilit vurulması ne kadar saçma ise İnternet üzerinde gerçekleşen benzer davranışlardan ötürü web sitelerinin sansürlenmesi de o kadar saçmadır. Hukuken yapılması gereken suçluların tespiti ve cezalandırılmasıdır ki bir kahvehanede kimin politikacılara hakaret ettiğinin tespiti konusunda kahvehane sahibi yardımcı olmuyorsa o kahvehaneyi kapatma gibi bir lüksünüz yoktur, olamaz da…
Twitter gibi sosyal ağlar üzerinden yapılan anlık paylaşımlarla acil kan arayanlardan dünya çapında gelişmeleri takip edenlere ve hatta doğal afetlerde acil yardım talep edenlere kadar çok sayıda insan ve grup yer alıyor. Bu gibi önemli aktiviteler Twitter’a erişimin engellenmesi sonucu sekteye uğrayabiliyor.
Olayın bir de güvenlik boyutu var ki, erişime engellenen sosyal ağlar yüzünden ulusal güvenlik gerçek anlamda tehlikeye düşebilir. Çünkü sosyal ağların zaman zaman erişime kapatılmasından sonra kullanıcılar hemen DNS ve VPN gibi arka kapı diye adlandırılan yollardan sosyal ağlara zaten erişiyorlar. Özellikle VPN diye adlandırılan ve sosyal ağlara yurt dışındaki sunucular üzerinden ulaşmayı sağlayan sistemler doğru kullanılmadığında güvenlik açısından önemli tehlikelere sebep olabiliyor. Hatta bu ağların dikkatli kullanılmaması durumunda sadece kişisel verilerin güvenliği değil ülke çapında resmi kurumlara ait güvenlik sorunları da ortaya çıkıyor ki bilgisayar korsanlarının her an saldırıya hazır olduğunu unutmamak lazım!
Sevgiyle Kalın!