Dünya nüfusundaki artışla beraber yaşadığımız gezegene verdiğimiz zararlar maalesef sadece küresel ısınma ve buna bağlı iklim krizleri ile sınırlı kalmıyor. Aynı zamanda yeryüzündeki kaynakların da artan oranda tükeniyor olması gelecek nesillerin refahı açısından ciddi endişelere sebep oluyor.
O yüzden de dünya çapında gündemden düşmeyen sürdürülebilirlik çabaları neredeyse tüm ülkelerde ciddi regülasyonlarla destekleniyor. Birleşmiş Milletler üyesi ülkeler tarafından 2030 sonuna kadar ulaşılması hedeflenen 17 başlıktan oluşan “Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları (SKA)” bu çabaların başında geliyor.
Bu amaçlardan en aşina olduğumuz 7 numaralı “Erişilebilir ve temiz enerji” başlığı, elektronik cihazlarda enerji tüketimini azaltmaya yönelik düzenlemelerin yanı sıra fosil yakıtlardan yenilenebilir enerji kaynaklarına geçişe yönelik çabalar ile halihazırda hayatımızın bir parçası olmayı başarmış durumda.
Bu gelişmelerin yanı sıra sürdürülebilirlik bağlamında kaynakların daha verimli kullanılabilmesi açısından dünya çapında destek gören ve bireylerin aktif olarak rol aldığı bir diğer alan olan “Paylaşım Ekonomisi” ise ürün ve hizmetlerin âtıl kapasitelerinin en aza indirilmesini amaçlayan ortak kullanım uygulamalarından oluşuyor.
Paylaşım ekonomisine en basit örneği aslında soğuk hava depolarının oluşturduğunu söyleyebiliriz. Örneğin, elma üreticilerinin kendi soğuk hava depolarına sahip olmaları gerek maliyet, gerekse verimlilik açısından uygulanabilir olmadığı için, üreticiler kendi bölgelerindeki soğuk hava depolarında ihtiyaçları kadar alanı bedelini ödeyerek kullanmak suretiyle farkında olmadan sürdürülebilirlik açısından SKA’lara önemli katkıda bulunurlar.
Şehirlerde yaşayan insanlar açısından da durum çok farklı sayılmaz. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu istatistikleri, dünya nüfusunun yarısından fazlasının şehirlerde yaşadığını ve 2030 yılına kadar dünya çapında kent nüfusunun 5 milyara çıkacağını öngörüyor.
Hızlı kentleşmenin bir sonucu olarak daha fazla konuta ihtiyaç duyulurken, konut fiyatları ve kiralarda ciddi artışlar yaşanıyor. Benzer bir şekilde artan araç sayısı ile birlikte mevcut yollar ve park alanları yetersiz kalıyor, trafik sıkışıklıkları sonucu artan yakıt tüketimi ile hem çevreye hem ekonomiye ciddi zararlar veriliyor.
İşte bu sebeplerden ötürü tüm dünyada rağbet gören paylaşım ekonomisi uygulamaları ile bireyler âtıl durumdaki konutlarını ya da konutların belirli bölümlerini kullanıma açarken, araç sahipleri ise seyahatleri esnasında araçlarının kapasitesi oranında diğer yolcuların da araçlarına alarak hem kendilerine ekonomik gelir sağlayabiliyor, hem de kısıtlı kaynakların daha verimli kullanılabilmesine hizmet etmiş oluyor.
Ülkemizde özellikle kısa süreli konut kiralama uygulamaları ile gündeme gelen uygulamalar özellikle turizm sektöründen gelen haklı itirazlar sonucu yasal düzenlemeler geç de olsa gündeme gelmişti. Ulaşım alanında ise şehirler arası paylaşım uygulamaları çok fazla tepki çekmezken, şehir için paylaşım sistemlerine yönelik taksicilerden gelen itirazların zaman zaman tehdit ve şiddete kadar uzanmasının temelinde halen yasal düzenlemelere yönelik adımların atılmaması yatıyor.
Tüm dünyada başarıyla uygulanan paylaşım ekonomisi modellerinin ülkemizdeki yasal düzenleme eksiklikleri yüzünden ‘korsan taksi’ faaliyetleri ile eşdeğer tutulması, hem mevcut taksicilere, hem yolculara, hem yerel yönetimlere, hem ülke ekonomisine, hem de sürdürülebilir kalkınma amaçlarına erişme çabalarına zarar veriyor.
Bu zararları tartışmayı ve çözüm önerilerini ise sonraki yazılara bırakıyorum.