MÖ 551-MÖ 479 tarihleri arasında, Doğu Zhou Hanedanlığı döneminde yaşadığı sanılan Çinli filozof Konfiçyüs, Hükümdar’ın isteği üzerine bir süre için şehrin yönetiminde olmayı kabul eder. Kenti yedi gün boyunca izler. Yedinci gün, “yüksek memur” (Kentin en önemli yöneticisi) Şao-Çeng’i idam ettirir ve cesedin üç gün açıkta kalmasını emreder. Bu uygulamaya Konfiçyüs’ün öğrencileri çok şaşırırlar. Ve yanına gider, sorarlar: “Şao-Çeng bu şehirde hatırlı ve kuvvetli bir adamdı. Siz şehrin yönetimini aldıktan sonra ilk işiniz onu astırmak oldu. Bu yaptığınız doğru mudur? Bildiğimiz kadarıyla bu adam haydutluk, hırsızlık yapmamıştı.” Konfiçyüs, “yaptığımın nedenlerini size açıklayayım” der ve şunları söyler:
“Dünyada beş ağır suç vardır. Haydutluk ve hırsızlık bunların arasında değildir, daha sonra gelirler. Bu beş suç şunlardır: Birincisi uyumsuz ve asi bir tabiatla birlikte gözüpeklik. İkincisi aşağı bir hayat tarzıyla birlikte inatçılık. Üçüncüsü çenesinin kuvvetli olmasıyla birlikte yalancılık. Dördüncüsü herkesin ayıbını, kusurunu aklında tutmakla birlikte herkesle dost geçinmek. Beşincisi hak ve adalet duygusu olmamakla birlikte yaptığı haksızlıkları süslü ve parlak gerekçeler arkasına gizlemek. Şao-Çeng’de bunların beşi de vardı. Nereye gitse taraftar topluyor, hizipler yaratabiliyordu. Aldatıcı fikirlerini parlak konuşmaların arkasına gizleyebiliyordu. Zulmüyle adaleti tersine çevirebiliyordu. ‘Aşağılıklar’ birleştiği zaman ortaya çok ‘güçlü bir kötülük’ çıkar. Ben de şehir halkı için tasalanmak yerine, bu adamı idam ettirmeyi tercih ettim.” Günümüze dönelim, Konfiçyüs’ün devrinde yaşasalardı kaç tanesi kellesini kurtarırdı acaba? Ama, yukarıdaki hikayeden hepsi ders almalı. Alınmalı ki halkı mutlu ettikleri sürece, kendilerinin de mutlu olacakları bilincine ulaşmalı. Çünkü, hepimiz aynı kazanın içindeyiz. Biri nasıl etkilenirse, bir an gelir mutlaka diğeri de aynı şekilde etkilenecektir.