Evet ne kadar dinliyoruz birbirimizi. Aydınlanma çağından bugüne yere göğe sığdırılamayan bir bireycilikle karşı karşıyayız. Özgüven patlaması yaşayan insanlar zamanındayız. Narsisizme kayan bir bencilliğin şafağı bu. Haliyle bilgiyi parmak uçlarında hisseden ellerindeki ekrana iki tıkla o bilgiyi ayağına sereceğine inanan bireyler karşısındakinin bilgisine, tecrübesine değer vermemeye yönlendiriliyor. Evde eşlerin birbirini, işte patron çalışanını, okulda öğretmen öğrenciyi, kız annesini. Baba oğlunu, torun dedesini dinlemiyor. Dinlemiş gibi yaparak dinlemiyor aslında.
Dinleme tevazudur oysa.
İnsanlığın mayası iletişimle ve dinlemeyle atılmadı mı? Bu bir bakıma iyi bir şey konuşmak içimizi dökmek rahatlama unsuru. İçimizdeki, içimizde kalmıyor. Dertlerimizi paylaşıyoruz ama kendi görüşümüzü dikte etmeden. Paylaşmalıyız görüşlerimizi kırmadan, dökmeden. Karşımızdaki bizi ne kadar dinliyor, bilmiyoruz bazen gürültüye dönüşen dinlemeyle, bazen de görünüşte dinlemeye yöneliyor birey. Sevdiklerimize karşı güzel ilişkiler içinde olmayı. Dinlemeyi bilmeli, dinletebilmeyi de bilmeli bu da gerekli kılar içinde bulunduğun ortamda. Saygılı olmayı, değer vermeyi, dikkate almayı gerektirir.
Hiç kimse saygı görmediği fikirlerinin ve şahsiyetinin ciddiye alınmadığı, kendisine değer verilmeyen ortamlarda bulunmak istemez. Dinleme ile karşıdakini anlarsın, diyalog kurarsın. Yeni bilgiler öğrenirsin. Çatışmayı önlersin. Konuşan; bildiğini yeniler.
Dinleyen; yeni şeyler öğrenir
'Gelin biliş olalım/ Zoru kolay kalalım' der Yunus Emre.
Bu koca yürekli insanın sözünü dinlemek fena mı olur?