25 ve 26 Nisan tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan sempozyumun açılışında konuşan Türk Üniversiteli Kadınlar (TÜKD) Antalya Şube Başkanı Fulya Sarvan, bu projeyi ortaya atmalarındaki asıl nedenin, çocuk istismarıyla ilgili basına yansıyan haberlerle, bilimsel verilerle ve raporlarla birlikte çocukların çok ciddi bir tehditle karşı karşıya kaldıklarını fark etmeleriyle ilgili olduğunu belirtti. Cumhuriyet’in 101’inci ve TBMM’nin kuruluşunun 104’üncü yıl dönümünde çocuklarla ilgili farkındalığı kamuoyunda yükselten ve bunlarla ilgili mücadelelerinde güçlerini birleştirme kararı aldıklarını ifade eden Sarvan, sempozyumun bu şekilde meydana geldiğini açıkladı.
Yoksulluk ve çocuk işçiliği
Akademisyenleri ve güçlü sivil toplum hareketlerini bir araya getirerek onların bilimsel verilerini birbirleriyle paylaşmalarını amaçladıklarını ifade eden Başkan Sarvan, “Bilime dayanmayan, temelini bilimden almayan herhangi bir çabanın başarılı olması mümkün değil. İşte bu sempozyum bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir. Bu süreçte üretilen bilgilerin kamuoyuna doğru bir şekilde yansıtılması lazım. Çocuk hakları ve refahı konusunda iyileştirme talebiyle ortaya çıkan bütün proje kurum ve kuruluşlarımızın bu çözümler için birlikte hareket etmelerini, projeler geliştirmelerini sağlamalıyız” dedi. Çocuklarla ilgili sorunların aslında toplumda farkında olunan sorunlar olduğunu dile getiren Sarvan, çocukların yaşadığı sorunları şu şekilde açıkladı: “Maalesef çocuk yoksulluğu ve çocuk işçiliği Türkiye’de giderek çok ciddi bir sorun oldu. Yoksulluktan kaynaklanan çocuk sorunları; okulu terk eden, okula aç giden çocuklar, çocuk işçiliği, iş kazaları, iş başında çocuk ölümleri ve suça sürüklenen çocuklar. Eğitimden kaynaklanan sorunlar; okul öncesi eğitimde yeterince okullaşma sağlanamadı. İlk ve orta öğretimde nitelik sorunları olduğunu PİSA ve ABD gibi karşılaştırmalı testlerden öğreniyoruz. Öğretimde neredeyse yüzde 10’u özelleştirilmiş durumda ve bu eğilim giderek artıyor. Çünkü daha nitelikli eğitim almak için insanlar özel kurumlara başvurmak zorunda kalıyor. Yoksulluk ve kültürel nedenlerle örgün eğitimden faydalanamayan çocuklar var. Özel gereksinimli çocukların, bireylerin eğitimi yeterli değil.”
‘Sorunlar çığ gibi büyüyor’
Çocukların yaşadığı sorunların çığ gibi büyüdüğünü söyleyen Sarvan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Diğer taraftan da çığ gibi büyüyen mülteci çocukların eğitimi sorunları var. Çocuklara yönelik ihmal, istismar ve şiddet konuları var. Aile içinde, çeşitli kurumlarda fiziksel ve cinsel istismar ve şiddet var. Sosyal medyadan kaynaklı bir istismar da var, erken ve zorla evlendirilme, aile içi şiddet, okulda şiddet, akran zorbalığı vs. Çocukların ruh ve beden sağlığı sorunları, yoksulluktan kaynaklı yetersiz beslenme var. Ancak yoksulluktan kaynaklanmayan yetersiz beslenme ve kötü beslenme de olabiliyor. Gelişim bozuklukları, obezite, madde bağımlılığı, aşı karşıtlığı, sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi zorunlu dijital uyum ve sosyal medya kullanımı da çocuklarda yanlış sağlık ve gıda okuryazarlığı konuları çok önemli başlıklar.” Sarvan altını çizdiği bu önemli sorunların çözümü için gerek akademisyenlerle gerekse STK’larla çocuklara yönelik önemli gün ve haftalarda çeşitli projeler geliştirip kamuoyuna duyuracaklarını da bildirdi. Yanlış ve eksik beslenen çocuklar için gıda okuryazarlığı konusunda bir proje başlatmak istediklerinin sinyalini veren Fulya Sarvan, bu projenin Antalya’daki anaokulu ve ortaokul çağındaki çocuklar için öğretmenleriyle birlikte tasarlayarak Antalya’da projenin başlangıcını yapmak istediklerini belirtti ve ‘Gıda Okuryazarlığı’ projesinin gerçekleştirilen sempozyumla birlikte 194 kişilik ekiple beraber en somut, en sahaya yönelik proje olacağının da altını çizdi.
‘Bilimsel yol’ vurgusu
Zaman zaman araştırma üniversitesi olmadıkları yönünde eleştirilere maruz kaldıklarını ifade eden Akdeniz Üniversitesi Rektör Yardımcısı Cengiz Toker ise, “Bu bir süreç konusu. Bu süreç maalesef önceki yıllarda başlatılmamış. Biz Rektörümüzün liderliğinde bu süreci başlatmış bulunuyoruz ve verilerimiz yönünde önümüzdeki iki yıl içinde araştırma üniversitesi olabileceğimizi görebiliyorum” dedi. Kendi çocukluğundan örnekler vererek konuşmasını sürdüren Toker, çocukların yaşadıkları sorunlara değinerek sempozyumun sonunda çıktılarının alınıp bilimsel verilerle değerlendirilmesinin toplumsal katkı bakımından çok önemli olacağını belirtti. Toker, “Eğer çalışma bilimsel dayanaklara dayanmıyorsa, orada başarı ya tesadüfen gerçekleşir ya da büyük ölçüde gerçekleşmez. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi, ‘Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.’ Yani bilimsel yolla takip etmemiz gerekir. Bilimsel yolu devam ettirip, topluma yararlı işler yapmanın yolunu aramamız gerekiyor. Bu anlamda üniversitede kurulacak merkezle ilgili biz bu konuda finansal nedenlerden dolayı maalesef yazı süreçlerimiz birkaç defa reddedildi. Eğer bu süreci aşamazsak şu anda aktif olmayan merkezlerimizi belki açabiliriz. Sempozyumun topluma katkı sağlamasını, bilimsel içeriklerini değerlendirmesini canı gönülden temenni ediyorum” şeklinde konuştu.
Hak temelli yaklaşım
Çocuk hakları ile ilgili konuşan Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğr. Üyesi Prof. Dr. Bilgin Tiryakioğlu da, “Çocuk hukuku alanında aslında farkına varmadığımız uzun yıllardan beri devam eden bir yaklaşım var. Özellikle bu yaklaşım, çocukların korunmaya muhtaç, küçük varlıklar ve nesne olarak görme anlayışı hem hukuk kurallarına hem de hukuk kurallarına uygun olarak çıkartılan diğer ikinci mevzuata, aslında toplumsal uygulamalara kadar yansımıştı. Bu ‘Çocuk Hukuku’ dediğimiz yaklaşım artık yavaş yavaş terk edilmeye başlamıştır. Devlet çocukları geleceğimiz olarak gördüğünde, onlara müdahale etme ve onları kendi isteğimizle belli ideolojilere göre şekillendirme imkanına sahip oluyoruz ki bu korkunç bir şey. Bugün gelinen noktada hak temelli (çocuk özne) dediğimiz yaklaşım var. Çocukların kendilerine özgü nitelikleri göz önüne alınarak ve bazı öncelikler de gözetilerek hakların sahibi olmalarını sağlamak amaçlanmaktadır. Şu anda ise hak temelli yaklaşım ve korumacı yaklaşım birlikte hakim olarak varlığını sürdürüyor. Hak temelli yaklaşımda aslında çocukların da sahip olması gerekiyor. Bu haklar hepimizin doğuştan hakkı, bu çocuklar için de böyledir. Uluslararası olarak baktığımızda ilk çocuk hakları bildirgesinin 1924 Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi olduğunu görüyoruz. Tabi çocuk hakları bakımından dönüm noktası Birleşmiş Milletlerin (BM) kurulmasıyla 1945 yılında başlamıştır. Bu çerçevede BM, insan hakları ve çocuk haklarıyla ilgili iki tane dev adım atmıştır. İlki UNICEF, ikincisi ise İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’dir. Dönemin şartlarına göre devletlere bu konuda ilham olan en önemli bildirgelerdir. Bildirgeler, bağlayıcı değildir. Devletler, bildirgelerden ilham alarak hukuki düzenlemelerini ve uygulamalarını gerçekleştirebilirler. 20 Kasım 1959 yılında Çocuk Hakları bildirgesi, BM tarafından sonra kabul edildi. Kuruluşundan sonra gerçekleşen en önemli adım atıldı. O dönemde farklı sosyal koşullara ve kültürel geleneklere sahip olan devletlerin çocuk hakları bakımından bazı temel ilkelerin konusunda fikir birliğine varmalarını, gelecekte bu haklar ile ilgili olarak kaydedilecek ilerleme açısından cesaret verici bir gelişme olarak nitelendirildi” dedi.
ARZU YAVUZ