51. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin Ulusal Uzun Metraj kategorisinde yarışan, ‘Kuzu’ filminin galası yapıldı. Yönetmenliğini Kutluğ Ataman’ın yaptığı film, Antalya Kültür Merkezi (AKM) Aspendos Salonu'nda izleyiciyle buluştu. Filmi, Jüri Başkanı Yılmaz Erdoğan, jüri üyeleri, film oyuncularının yanı sıra Halit Ergenç Eşref Kolçak, Gülsen Tuncer gibi önemli isimler de izledi. Yönetmen Kutluğ Ataman, kırmızı halıdan geçerken başrol oyuncusu Nesrin Cavadzade ile gazetecilere poz verdi. Ataman çocuk oyuncusu Sıla Lara Gençtürk’ü de kırmızı halıda önünden yürüttü. Filmin ardından Perge Salonu’nda gerçekleştirilen söyleyicide izleyicilerin sorularını cevaplayan Ataman, filmin çekiminin uzun sürdüğünü ama sonunda başardığını söyledi. Hayata hep iyimser baktığını ifade ede Ataman, “ Bu sayede hep iyilerini yapabildim. Sanatta, filmlerde mesaja inanmıyorum. Arkanızda hep iyiliklerle dolu olmasını istiyorum. Eserlerimle de bu şekilde anılmak istiyorum” dedi.
Herkes kuzu
Filmde Kuzu kim? Şeklindeki soruya Ataman, “ Filmde ilk başta gördüğünüz kuzu aslında Mert. Ama biraz daha düşünüldüğünde büyüdüğünde Mert, babası gibi olacak. Çünkü babası da kuzu. Kesimhanede çalışan biri. Aslında herkes kuzu” diye cevapladı. İlk defa Anadolu’da film çektiğinin altını çizen Ataman, “ Yapmak istediğim şeylerden biride, Erzincan’da bir şeyler yapmaktı. Erzincan’da yapım işleri ile uğraşıyorum. Sanat filmlerimi de Erzincan’da yapıyorum. Bir İstanbul gibi bir Doğu romantizmi içinde değil de Erzincan’dan üretime geçmem gerektiğini hissettim. İstanbul’un konumunu çarpık buluyorum. Büyük bir ülkeyiz. Bunun İstanbul’la konsantre olmuş olması bu bana biraz çarpık geliyor. Bu yüzden kendi yurdum olan yere geri taşındım. Ve buradan üretmeye başladım. Şimdiye kadar bu coğrafyadan üretilenleri yeniden temize çekmek, tekrardan dillendirmek gibi bir çabam var. Bunu ne kadar verebileceğim bilmiyorum ama son 5 yıldır bunu yapmaya çalışıyorum” şeklinde konuştu.
Bu bir vicdan meselesidir
Sansür konusu ile Ataman şu düşünceleri paylaştı: “1994 yılından beri 5 tane ulusal uzun metraj film çektim. Bunun yanında İstanbul bienalinde olsun değişik mekanlarında olsun projeler ürettim. Neredeyse bunların hepsinde bir çeşit bir korku, bir engelleme sansür diyebileceğim tartışmalar kavgalar şunlar bunlar hepsini yaşadım. Fakat bu son 20 yıldır aktif olarak çalıştığım ortamda Hülya Uçansu, Türkiye’de yurt dışından riskli filmleri, riskli konuları getirerek ilkleri başarmış bir isim. O zaman nasıl bir Türkiye’ydi biliyorsunuz. Alin Taşçıyan, Zeynep Atakan çok büyük hizmetle vermiş isimler. Onların bu kadar sansürü yaşamış bir insan olarak, ben onların sansürcü bir zihniyette olduklarını düşünmüyorum. Bu bir vicdan meselesidir, ben başka diğerleri farklı düşünebilir. Altın Portakal Film Festivali’nin ardından sansür konusunu daha aktif şekilde tartışılması gerektiğini düşünüyorum. Sorunun kurum ya da festivalle olduğunu düşünmüyorum. Sorun Anayasada. Darbe Anayasasını değiştirip Türkiye’ye yakışan eğitimli kişilerin Türkiye’ye yakışan daha demokratik Anayasaya üzerine çalışması gerektiğini düşünüyorum. Bu sorun kanunlarda, insanlarda değil” ifadelerini yer verdi.