Sonuca değil sürece odaklanın
Sınavlara odaklanma meselesi ile ilgili en büyük problemin sanılanın aksine öğrenciden değil veliden kaynaklandığını beliren Günal, “Ailelerin sınav sürecine bakışı; “Haticeye bakmam neticeye bakarım” şeklinde gelişirse öğrenci oldukça zor duruma düşer. Bu sözü tersinden değerlendirerek, “Neticeye değil, haticeye bakmalıyız.” “Hatice” kelamı burada süreci ifade etmektedir. Sonuç odaklı değerlendirme yerine sürece yönelik telkinlerde bulunarak öğrenci motivasyonu sağlanabilir” dedi. İki farklı zaman dilimindeki sınavdan tek zaman dilimindeki sınava geçişi de değerlendiren Günal, yeni sistemin hem avantajları hem de dezavantajları bulunduğunu belirtti.
*Eğitim kurumları öğrencilere iyi bir akademik gelecek sunmada nasıl bir yol izlemelidir? Öneri, tavsiye ve düşünceleriniz nelerdir?
**Eğitim kurumları yetiştirdiği öğrenciyi her şeyden önce müşteri olarak görmekten vazgeçmelidir. Bunu özellikle özel eğitim kurumları adına söylemekteyim. Günümüzün en büyük sorunlarından birisi de maalesef budur. Diğer yandan öğrenci ve veli ben buraya para ödüyorum her şey benim istediğim gibi olmalı demeye başladığında eğitim programlarına çok fazla bakış açısı dahil olmaktadır. Eğitim kurumları bu bakış açılarına karşı omurgalı olmak durumundadır. Ayrıca yaptıkları işte felsefe ve yöntemler dizini geliştirirken kişinin ‘sonuç olarak aleyhine gelişebileceğini düşündüğümüz’ taleplerine göre değil evrensel eğitim ilkeleri ve toplumun gerçeklerine göre plan yapmalıdır. Dolayısıyla eğitim kurumları öğrencilerin taleplerini karşılamak üzerine bir anlayış benimsediği takdirde disiplini kaybetme riski oldukça artabilir. Kurumumuzda Enneagram diye bilinen kişilik testi sonucuna göre öğrencileri, öğrenci koçlarıyla eşleştirerek ona yönelik ders planlaması uygulanmaktadır. Öğrenci mizacına, yapısına ve kavrama düzeyine göre yönlendirilmektedir. Sonuç olarak omurgalı olmak birinci koşul, isteğe veya talebe göre hareket etmek yerine öğrencinin ihtiyacına göre hareket etmek ikinci koşulu oluşturur. Öğrencilerin ihtiyaçlarının belirlenmesinde birçok test uygulanırken, rehberlik servislerinin çok daha aktif olması şarttır. Ayrıca aktif rehberlik servisleri bireyi iyi tanımalı ve bu tanımlamaya göre hizmet üretmelidir.
*İki farklı zaman dilimindeki sınavdan tek zaman dilimindeki sınava geçişi nasıl değerlendiriyorsunuz?
**Daha önce Mart ve Haziran aylarında yapılan iki farklı sınav vardı. Bu yıl itibariyle bu sınavlar tek sınava dönüştürüldü. Yeni sistemin getirdiği avantajlar ve dezavantajlar mevcuttur. Öncelikle avantaj olarak söylenebilecek şey; eğitim-öğretim süreci eski sınav sisteminde bölünüyordu. İlk sınav bittikten sonra öğrencilerde ister istemez rahatlama ve rehavet oluşuyordu. Diğer yandan eski sistem, öğrenciye ilk sınav sonucuna göre kalan zamanı nasıl değerlendirmesi gerektiği açısından tembih niteliği taşırken bir nevi ara karne sunuyordu. Tabi bu noktada sınavı iyi geçen öğrenciler iki sınav arasında kalan üç ayı çok iyi değerlendirirken, diğer öğrenciler de olumsuz sonuç algısı geliştiği için çalışmayı bırakıyordu. Sonuç olarak sınav sisteminin değişmesi bireyin yapısıyla meseleleri karşılama biçimiyle ilgili olarak farklı sonuçlar doğurmaya gebe. Yeni sınav sistemi ile ilgili öğrenciler başta olmak üzere velilere ve eğitimcilere şunu tavsiye ediyorum; Sınavın nerede, ne şartlarda ve kaç dakika uygulandığı önemlidir ancak çok da önemsenmemelidir. Sınav içeriğinde değişen bir şey olmadığından herkes aynı motivasyonla çalışmaya devam etmelidir. Burada bu işin başında bulunan kurumlara ve yetkililere şu tavsiyede bulunmak isterim, bir atasözü ile belirtelim; “Dere geçerken at değiştirilmez.” Sınav sistemi değişikliğinin yıl içinde yapılması en büyük sorunu teşkil etmiştir. Öğrenci planını 11. sınıfın sonunda yapıp, sınav süreci hazırlığına başlıyor. Ortak şikayetleri en aza indirmek için bu tarz değişikliklerin önceden planlanıp duyurulmasının faydalı olacağını düşünüyorum. Örneğin TEOG’la ilgili ortaokul öğrencilerinin sınavına yönelik program henüz netleştirilemedi. Bütün bu durumlar öğrenci ve veliler üzerinde kafa karışıklıklarına neden oluyor.
*Özel eğitim kurumlarının dernekleşmesine yönelik birlik adımı düşünülüyor mu?
**Şu anda sınav sistemlerinde danışma kurumu olabilmek adına birlik süreci yürütüyoruz. Çok yakın bir zaman diliminde İl Milli Eğitim Müdürü ile yapılan toplantı neticesinde bir kooperatif ya da dernek olma noktasında görüş bildirildi. Fakat sahada şöyle bir algı yaygın; özel eğitim kurumları yöneticilerine bir takım sorular soruluyor, çalıştaylara davet ediliyor fakat bu görüşlerin sonuçları gerçek anlamda karşılık buluyor mu? Bu durum biraz şüphe götürüyor. Sınav sistemi ve buna benzer değişikliklerin sahadan beslenerek yapılması gerektiği kanaati uygun düşecektir. Sahada ise kesinlikle bu işi kendi rantına göre dönüştürmek için değil, milletin hayrına dönüştürmek için çabalayacak insanları bulup, onların bu işin kodları üzerine tecrübe ettikleri birikimlerinden faydalanmak gerekir.
*Sınavlara odaklanma noktasında öğrencilere ve ailelere tavsiyeleriniz nedir?
**Odaklanma meselesi ile ilgili en büyük problem sanılanın aksine öğrenciden değil veliden kaynaklanmaktadır. Meselenin özünde şöyle bir denklem yatmaktadır; Öğrenciler sınava hazırlanmak noktasında çok sıkıntılı değil, lakin veliler zorlayıcı ve sıkıntı yaratıcı tavırlar içerisindeler. Ailelerin sınav sürecine bakışı; “Haticeye bakmam neticeye bakarım” şeklinde gelişirse öğrenci oldukça zor duruma düşmektedir. Çoğunlukla veliler, öğrencinin çalışma sürecinden ziyade, sonuca yönelik değerlendirmede bulunduğundan engelleyici koşullara neden oluyor. Birey neticeyi belirleme kabiliyetine sahip olmadığı gibi hiç kimse sonucu belirleyemez. Nitekim çabayı veya emeği değerlendirmek, toplum nazarında maalesef karşılıksız kalmaktadır. Sonuç olarak bu sözü tersinden değerlendirerek, “Neticeye değil, haticeye bakmalıyız.” “Hatice” kelamı burada süreci ifade etmektedir. Eğer Japonların “Kaizen” modellemesinde olduğu gibi bütün unsurlarıyla süreç iyi hale getirilirse, sonuç zaten iyi olur; olmazsa da buna tahammül edebilmeli. ‘Annem, babam, öğretmenim sınav sonucuna ne diyecek’ derdinde olan öğrenciden nasıl bir odaklanma beklenebilir. Sürece odaklanamayan bir öğrencinin sonucu da güzel olamaz. Sonuç odaklı değerlendirme yerine sürece yönelik telkinlerde bulunarak öğrenci motivasyonu sağlanabilir. Gençlere, “Çalışma sürecini iyi değerlendir sonuç ne olursa razıyız” denilmelidir.
*Öğrencilere sınava 100 günden az bir süre kala kısaca önerileriniz nelerdir?
**Öğrencinin ihtiyaçlarına göre çeşitli planlamalar yapılabilir. Zamanın kıymet kazanması öğrencinin bu zamanı nasıl değerlendirdiğiyle alakalıdır. 100 gün kala günde 2 saat ders çalışan bir öğrenci günlük çalışma saatini iki katına çıkardığında otomatik olarak günü 200’e çıkarabilir. Aslında sınava kaç gün kaldığından ziyade bu zamanın nasıl değerlendirildiği önemlidir. Bu zaman diliminde yapılabilecekleri kısaca özetlemek gerekirse; konu eksikliklerini tamamlamak, tamamlandığı düşünülen konulardan daha çok soru çözmek ve deneme sınavlarıyla kendi durumunu takip etmek gerekecektir. İnsan çok zamanda az işi yapamazken, az zamanda çok işi yapabilen bir varlıktır. Eğer öğrenci kendisini bu yönde değerlendirir ve kullanırsa kalan günlerde çok şey halledebilir. Bunu gençlerimiz muhakkak değerlendirmeliler. Filmlerde, romanlarda anlatıldığı gibi “son zamanlar” insanın kaderini tayin eder.
*Dünya’daki eğitim modellerine kıyasla ülkemizdeki özel eğitim kurumları özelinde konumumuz nedir? Nasıl değerlendiriyorsunuz?
**Eğitim denilen şeyin bütün dünyada genel geçer ortak bir tavır veya süreç olmadığını bilmek gerekir. Eğitim her bireye, her kültüre göre yeniden şekillenir. İngiliz, Alman veya şu sıralar popüler olan Finlandiya modeli mi olsun? Maalesef bunların hiçbirisi bizi çözüme taşıyacak modeller olmadığı gibi hepimizi oyalıyor. Finlandiya’nın toplam öğrenci mevcudu 300.000 kişiden oluşurken, bizde üniversite sınavına bu sene 2.700.000 kişinin gireceği öngörülüyor. Sadece rakamların farklı olması bile farkı ortaya koyarken, kültür farkı da çok önemlidir. Kültür birikimine göre eğitim modellemesi yapılmalıdır. İngiliz eğitim modeli sadece İngiliz çocuğu eğitilebilir. Çünkü kendi öz değer yargılarına göre analiz etmiş ve bu planlama doğrultusunda bir eğitim sistemi kurgulamıştır. Biz de kendi bireyimizi, öğrencimizi analiz edip, Türk usulü eğitim modeli oluşturmalıyız. Sonuç olarak “Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz” hatta alıcı bulmaz. Dünyadaki eğitim sistemleri değerlendirilerek bize uygun hale getirilmelidir. Belki bizim hepsine birden ihtiyacımız olabilir. İngiliz modelindeki eğitimin “çocuklarınızla arkadaş olun” yalanını yıllarca bize yutturmaya çalıştılar. Bizim ülkemizde çocukların ebeveynlerinin arkadaşı olmasına ihtiyacı yok, çünkü çocuklarımızın arkadaşları var. Bizde zaten çocuklarımızın arkadaş çokluğundan şikayet ediliyor. Bu kadar çok arkadaşı olan çocuğa anneyi, babayı ve öğretmeni arkadaş yapmanın anlamı yok. Çocukların ebeveyne ve öğretmene ihtiyacı var.
*Öğrenciler, derslere ve sınavlara yönelik birtakım takıntı, stres içindeyse ne gibi uygulamalar geliştirmelidir?
**Bireyin eğitim-öğretim sürecini bir araca benzetirsek, rehberlik direksiyondur. Öğrencinin ne yöne, nasıl gideceği yönlendirilmelidir. Direksiyonu olmayan bir araç hayal edebilir misiniz? Öğrenciye dersler bakımından her türlü yüklemeyi yapıyorsunuz ama ne olduğunu rehberlikle saptayamıyorsanız, sonuç alamazsınız. Dolayısıyla öğrenciler bu gibi durumlarda rehberlik yardımı alarak, içinde bulunduğu durumdan sıyrılabilirler.
RÖPORTAJ: Agâh BAŞDEĞİRMEN