1993 Antalya doğumlu, sokağın havasını solumuş, renklerin kokusunu içine çekmiş, tuvalin dokusunu hissetmiş genç ve yetenekli sanatçı Asil Argun ile röportajımızın ikinci bölümüne devam ediyoruz.
*Antalya’da sanat, sanata bakış ve ifade şekline bakış nedir sizce?
**A. Argun: Antalya bu konuda çok eksik maalesef. Bizden nüfusu az olan kentlerden bile çok geride sanata, sanatçıya bakış açısı olarak. Antalya’da çalıştığımız serbest bölge vardı yıkıldı. Ben ve birçok graffiti yapan arkadaşımızın çalıştığı bir alandı burası. Otoparklar bölgesi vardı, biz yapıyoruz onlar boyuyor. Biz gri duvarları renk cümbüşüne çeviriyoruz onlar griye ve siyaha boyuyor. Ne onlar ne biz yılmıyoruz. Biz sokağı boyarken onlar polisi arıyor. Balkondan “polisi arıyorum birazdan göreceksiniz” diyen insanlarla çok karşılaşıyoruz. Bir gün biz sokağı boyarken polisi aramışlar, polis geldi “bunun için mi bizi aradınız kime ne zararı var ki renklerin” diye bağırdı, kimin ihbar ettiğini bilmiyordu onlar da.
Birçok kez polis tarafından alınıp götürüldüğümüz oldu. Sokaktan alınıp, karakolda polislerin portresini çizen arkadaşlarımız da oldu, silah çekilip karga tulumba götürülenler de var. Biz sadece çiziyoruz ve boyuyoruz, çalmıyoruz, kimsenin hayatına kastetmiyoruz, gri bir duvarı renklendiriyoruz. Tabii ki de sanatın ve sanatçının yanında olan da var tebrik edeni de polisi arayanı da kovalayanı da. Sonuç olarak Antalya’daki duvarlara bakacak olursak duvarlar, bir İstanbul, bir Eskişehir’e, Ankara’ya göre hala soluk gri, ölü ve bomboş. Bu şehirde böyle insanlar, anlayışlar oldukça duvarlar gri kalacak ve insanlar da griye mahkum kalacak maalesef.
*Asil ve diğer sanatçılar sanat adına ne istiyor?
**A. Argun: İsteklerimizi kentin yöneticilerine ilettik. Kaç sefer belediyelere projelerle gittik. Eskişehir, İstanbul, Ankara gibi şehirlerde sanat festivalleri düzenleniyor. Biz de Antalya’da bunun için başvurular yaptık, yapıyoruz da ama hiçbir sonuç alamadık. Genelde şöyle bir lugatla karşılaşıyorsunuz: “kardeşim ben sana bu işi bağlarım da çok uğraşmam gerek uğraşırken de çok yoruluyorum, bağlarsam beni de görecek misin?” Sanattan bahsediyoruz, ülkeyi ayakkabı kutusuna koymuyoruz. Nasıl göreceğiz acaba bu düpedüz komisyonculuk. Sen maaşla çalışıyorsun, maaşını alıyorsun ve işin bu. Ne istiyorsun daha. Yapılacak olursa da kendi adamlarına peşkeş çekiyorlar. Antalya’da bir sürü sanatçı dururken dışarıdan sanatçı getirip onlara yaptırıyorlar, sonrası gri sokaklar. İsterdim ki gerçek sanat, gerçek sanatçıların, ürettikleri, tarzları, renklerin dili, duyguların ifade şekli üzerine konuşalım ama maalesef üretemediğimiz, her seferinde gri duvarlar gibi yüzümüze çarpan bürokrasi, duyarsız insanlar, ekonomik şartlar ve onların cebine girmeyen paradan konuşuyoruz. Evet keşke şu sokakta şu akım var, bu duvardaki renkler ortamı nasıl yaşanır hale getirmiş, şu sanatçı kendini ne kadar da güzel ifade etmiş, duygularını düşüncelerini duvara nakşetmişleri konuşabilseydik bu söyleşimizde ama maalesef bir sürü olumsuzluk ve ruhsuz soğuk gri bir sokaktan, kentten ve dünyadan konuşmak zorunda kaldık. Biz yine sanat ve sanatçılar ruhumuzun ve fırçamızın renklerini yitirmeden, silahlarımız olan fırçamızı ve boyalarımızı kuşanıp sokağa renklerimizi yazmaya devam edeceğiz.
DÜZELTME:
Geçen haftaki röportajımızda Asil Argun yerine Ergun olarak yazılmıştır. Özür diler, düzeltirim.
BAHÇEMDEKİ YABAN LALELERİNDEN SONRASI…
Bunlar nedir sizce?
Doğru tahmin ettiniz bunlar katı atıklar.
Burası atık depolama sahası mı peki?
Bu görsel sizi yanıltmasın, burası katı atık sahası değil. Burası neresi o vakit?
Burası neresi biliyor musunuz?
Hemen size anlatayım;
Antalya’nın Manavgat ilçesine ait bir mahalle, şimdiki sistemde, hani köyler mahalle oldu ya bir vakitler, işte o mahalle olan köylerden. Bu köy yani Denizkent Mahallesi Manavgat’ın 299 kişilik nüfusa sahip küçük bir sahil köyüdür. Benim doğup büyüdüğüm, sokaklarında koştuğum, çelik (bir oyun) oynadığım, kapıların kilit bilmediği, kapısı çalınmadan, önceden haber verilmeden, konu komşunun akrabaların kendi evleri gibi girip çıktığı, sofra kurulmadan hiçbir misafirin gönderilmediği, komşunun ineği hastalansa iyileşinceye kadar ağlandığı, çoluk çombalak korkmadan çekinmeden sokaklarda gece düşene kadar, başına ne geldiğini düşünmeden tarlalarında çalışan ailelerin ve onlar çalışırken komşunun bir tomaç (yufka ekmeğin içine herhangi bir şey koyup dürüldügü) dürüp eline vererek onu aç koymayan ailelerin çocuğum aç mıdır, diye düşünmediği bir köy, benim köyüm Denizkent Mahallesi (köyü)…
Hafta sonu bir grup arkadaşımla köyüme gittik. Baba evinde bir kahvaltı ve sohbetten sonra sahilde yürümeye karar verdik. Baba evinden çıkıp bahçemizden yaklaşık 200 m yürüyünce önünüze yaklaşık 2 bin metre olan bir golf sahası geliyor. Otelden, bizim bahçeye kadar 2 bin metre uzunluğunda yaklaşık 150-200 yer yer 300 metre genişliğinde bir golf sahasının bitimi bu bahsi geçen alan. Evden çıkıp bahçede yeni açmış laleler arasından geçip, golf sahasının girişine geldiğimizde, golf görevlilerinden biri bize seslendi, hemen bahçemin kenarında aracının içinde oturmaktaydı,
”tatilci misiniz, köy halkından mısınız?”,
-Merhaba biz köydeniz,
“Oradan sahile inemezsiniz, hem yasak hem tehlikeli”
-Ama burası benim bahçem otele ait değil, üstelik köy alanı karışamazsın dedim. Biz golf sahasının bitimi olan kıvrımdan yürüyüp sahile indik.
Geçen hafta da buna benzer bir olayla karşılaşmıştım. Sahilde dolaşıp çakıl taşı topluyordum, aracın içinde oturmakta olan bir otel görevlisi bana seslendi;
“Sen ne topluyorsun orada”
-Sana ne ben sana soruyor muyum sen orada ne yapıyorsun diye?
“Ama burası otele ait sana ne topladığını soruyorum.”
-Burası sahil ben sahilden 50 metre dışarı çıkmadım karışamazsın.
Ben otel görevlisiyim karışırım.
“Ben de halkım sen ancak otel sahasına karışabilirsin.
Her yer yeşilin her tonu, deniz, sahil, bahar, hava muhteşem doğa tüm güzelliğiyle baharı sermiş her bir yana. Menekşe kokuları, kuş cıvıltıları, dalga sesleri cennetin ta kendisi…
Ve birden bu manzarayla karşılaşıyoruz, hepimiz şok bu ne ki diye iyice yaklaşıp bakıyoruz. Yüzlerce sehpa ve şezlong atığı görüyoruz. Bu güzelliğe, bu tepeden tırnağa bahara bürünmüş doğaya, kim bunu yapmış olabilir ki?
Hiç kimsenin sahile bile yaklaştırılmamaya çalışıldığı, sahildeyken ve kendi bahçenin içindeyken bile sorgulandığınız, golf sahasına ve otele halktan hiç kimsenin yaklaştırılmadığı bu alana bu atıkları kim bırakmıştır sizce…
*Antalya’da sanat, sanata bakış ve ifade şekline bakış nedir sizce?
**A. Argun: Antalya bu konuda çok eksik maalesef. Bizden nüfusu az olan kentlerden bile çok geride sanata, sanatçıya bakış açısı olarak. Antalya’da çalıştığımız serbest bölge vardı yıkıldı. Ben ve birçok graffiti yapan arkadaşımızın çalıştığı bir alandı burası. Otoparklar bölgesi vardı, biz yapıyoruz onlar boyuyor. Biz gri duvarları renk cümbüşüne çeviriyoruz onlar griye ve siyaha boyuyor. Ne onlar ne biz yılmıyoruz. Biz sokağı boyarken onlar polisi arıyor. Balkondan “polisi arıyorum birazdan göreceksiniz” diyen insanlarla çok karşılaşıyoruz. Bir gün biz sokağı boyarken polisi aramışlar, polis geldi “bunun için mi bizi aradınız kime ne zararı var ki renklerin” diye bağırdı, kimin ihbar ettiğini bilmiyordu onlar da.
Birçok kez polis tarafından alınıp götürüldüğümüz oldu. Sokaktan alınıp, karakolda polislerin portresini çizen arkadaşlarımız da oldu, silah çekilip karga tulumba götürülenler de var. Biz sadece çiziyoruz ve boyuyoruz, çalmıyoruz, kimsenin hayatına kastetmiyoruz, gri bir duvarı renklendiriyoruz. Tabii ki de sanatın ve sanatçının yanında olan da var tebrik edeni de polisi arayanı da kovalayanı da. Sonuç olarak Antalya’daki duvarlara bakacak olursak duvarlar, bir İstanbul, bir Eskişehir’e, Ankara’ya göre hala soluk gri, ölü ve bomboş. Bu şehirde böyle insanlar, anlayışlar oldukça duvarlar gri kalacak ve insanlar da griye mahkum kalacak maalesef.
*Asil ve diğer sanatçılar sanat adına ne istiyor?
**A. Argun: İsteklerimizi kentin yöneticilerine ilettik. Kaç sefer belediyelere projelerle gittik. Eskişehir, İstanbul, Ankara gibi şehirlerde sanat festivalleri düzenleniyor. Biz de Antalya’da bunun için başvurular yaptık, yapıyoruz da ama hiçbir sonuç alamadık. Genelde şöyle bir lugatla karşılaşıyorsunuz: “kardeşim ben sana bu işi bağlarım da çok uğraşmam gerek uğraşırken de çok yoruluyorum, bağlarsam beni de görecek misin?” Sanattan bahsediyoruz, ülkeyi ayakkabı kutusuna koymuyoruz. Nasıl göreceğiz acaba bu düpedüz komisyonculuk. Sen maaşla çalışıyorsun, maaşını alıyorsun ve işin bu. Ne istiyorsun daha. Yapılacak olursa da kendi adamlarına peşkeş çekiyorlar. Antalya’da bir sürü sanatçı dururken dışarıdan sanatçı getirip onlara yaptırıyorlar, sonrası gri sokaklar. İsterdim ki gerçek sanat, gerçek sanatçıların, ürettikleri, tarzları, renklerin dili, duyguların ifade şekli üzerine konuşalım ama maalesef üretemediğimiz, her seferinde gri duvarlar gibi yüzümüze çarpan bürokrasi, duyarsız insanlar, ekonomik şartlar ve onların cebine girmeyen paradan konuşuyoruz. Evet keşke şu sokakta şu akım var, bu duvardaki renkler ortamı nasıl yaşanır hale getirmiş, şu sanatçı kendini ne kadar da güzel ifade etmiş, duygularını düşüncelerini duvara nakşetmişleri konuşabilseydik bu söyleşimizde ama maalesef bir sürü olumsuzluk ve ruhsuz soğuk gri bir sokaktan, kentten ve dünyadan konuşmak zorunda kaldık. Biz yine sanat ve sanatçılar ruhumuzun ve fırçamızın renklerini yitirmeden, silahlarımız olan fırçamızı ve boyalarımızı kuşanıp sokağa renklerimizi yazmaya devam edeceğiz.
DÜZELTME:
Geçen haftaki röportajımızda Asil Argun yerine Ergun olarak yazılmıştır. Özür diler, düzeltirim.
BAHÇEMDEKİ YABAN LALELERİNDEN SONRASI…
Bunlar nedir sizce?
Doğru tahmin ettiniz bunlar katı atıklar.
Burası atık depolama sahası mı peki?
Bu görsel sizi yanıltmasın, burası katı atık sahası değil. Burası neresi o vakit?
Burası neresi biliyor musunuz?
Hemen size anlatayım;
Antalya’nın Manavgat ilçesine ait bir mahalle, şimdiki sistemde, hani köyler mahalle oldu ya bir vakitler, işte o mahalle olan köylerden. Bu köy yani Denizkent Mahallesi Manavgat’ın 299 kişilik nüfusa sahip küçük bir sahil köyüdür. Benim doğup büyüdüğüm, sokaklarında koştuğum, çelik (bir oyun) oynadığım, kapıların kilit bilmediği, kapısı çalınmadan, önceden haber verilmeden, konu komşunun akrabaların kendi evleri gibi girip çıktığı, sofra kurulmadan hiçbir misafirin gönderilmediği, komşunun ineği hastalansa iyileşinceye kadar ağlandığı, çoluk çombalak korkmadan çekinmeden sokaklarda gece düşene kadar, başına ne geldiğini düşünmeden tarlalarında çalışan ailelerin ve onlar çalışırken komşunun bir tomaç (yufka ekmeğin içine herhangi bir şey koyup dürüldügü) dürüp eline vererek onu aç koymayan ailelerin çocuğum aç mıdır, diye düşünmediği bir köy, benim köyüm Denizkent Mahallesi (köyü)…
Hafta sonu bir grup arkadaşımla köyüme gittik. Baba evinde bir kahvaltı ve sohbetten sonra sahilde yürümeye karar verdik. Baba evinden çıkıp bahçemizden yaklaşık 200 m yürüyünce önünüze yaklaşık 2 bin metre olan bir golf sahası geliyor. Otelden, bizim bahçeye kadar 2 bin metre uzunluğunda yaklaşık 150-200 yer yer 300 metre genişliğinde bir golf sahasının bitimi bu bahsi geçen alan. Evden çıkıp bahçede yeni açmış laleler arasından geçip, golf sahasının girişine geldiğimizde, golf görevlilerinden biri bize seslendi, hemen bahçemin kenarında aracının içinde oturmaktaydı,
”tatilci misiniz, köy halkından mısınız?”,
-Merhaba biz köydeniz,
“Oradan sahile inemezsiniz, hem yasak hem tehlikeli”
-Ama burası benim bahçem otele ait değil, üstelik köy alanı karışamazsın dedim. Biz golf sahasının bitimi olan kıvrımdan yürüyüp sahile indik.
Geçen hafta da buna benzer bir olayla karşılaşmıştım. Sahilde dolaşıp çakıl taşı topluyordum, aracın içinde oturmakta olan bir otel görevlisi bana seslendi;
“Sen ne topluyorsun orada”
-Sana ne ben sana soruyor muyum sen orada ne yapıyorsun diye?
“Ama burası otele ait sana ne topladığını soruyorum.”
-Burası sahil ben sahilden 50 metre dışarı çıkmadım karışamazsın.
Ben otel görevlisiyim karışırım.
“Ben de halkım sen ancak otel sahasına karışabilirsin.
Her yer yeşilin her tonu, deniz, sahil, bahar, hava muhteşem doğa tüm güzelliğiyle baharı sermiş her bir yana. Menekşe kokuları, kuş cıvıltıları, dalga sesleri cennetin ta kendisi…
Ve birden bu manzarayla karşılaşıyoruz, hepimiz şok bu ne ki diye iyice yaklaşıp bakıyoruz. Yüzlerce sehpa ve şezlong atığı görüyoruz. Bu güzelliğe, bu tepeden tırnağa bahara bürünmüş doğaya, kim bunu yapmış olabilir ki?
Hiç kimsenin sahile bile yaklaştırılmamaya çalışıldığı, sahildeyken ve kendi bahçenin içindeyken bile sorgulandığınız, golf sahasına ve otele halktan hiç kimsenin yaklaştırılmadığı bu alana bu atıkları kim bırakmıştır sizce…
Tabiki o insanları mutlu edip tatmin olduklarını düşünen ..otel sahipleri o güzelim kıyılara çöplerini bırakarak doğayı ve orada yaşayanları mutsuz ettiğinin kirlettiğinin farkında bile değil.. Çünkü golf sahasının bir arka yüzü ve golf oynayanlar göremiyor.. Sahilde yürüyenler görebiliyor o katı atıkları.. Kalemine sağlık kardeşim gülsen ..