Antalya’da yaşayan yazar Emine Ertekin, bu yıl 14’üncü kez gerçekleştirilen Antalya Kitap Fuarı’nda kitaplarını okuyuculara sundu. Şu ana kadar 5 tane romanın yazarı olan Ertekin, zorlu hayat şartlarından bugünlere nasıl geldiğini romanlarına taşıdı. Yazar Ertekin, “Kahramanmaraş’ın Afşin ilçesinin Berçenek köyündenim. Eğitimci bir babanın evladıyım. 1976 yılında öğretmenlik okulunu bitirdim ancak öğretmenlik yapamadım. Onun yerine PTT’de çalışıp emekli oldum. Bugün Antalya’da yaşıyorum. Emekli olduktan sonra kitap yazmaya başladım. İlk kitabım olan ‘Yeşil Eşarp Kırmızı Fistan’ adıyla öykülerden kitapta gerçek hayatta yaşanmış hikayeleri ele aldım. İkinci kitabım ‘Bir Kaçış Hikayesi’ adıyla 1980 döneminin ıstırabını yansıttığım; yeni evlenmiş, eşi hamile olan bir gencin aranması, arkasından işkence görüp tekrar kaçması ve tekrar aranması konusunu işlediğim ailenin 12 yıl kaçış esnasında yaşadığı her şeyi anlattığım; kurgunun olmadığı, eklemenin olmadığı, tamamen gerçek olayları sadece isim değişikliğiyle anlattığım bir roman. Çok duygu yüklü bir roman” ifadelerini kullandı. 

 

‘Gerçekçi yazarlardanım’ 

'Huzur'da toplandılar
'Huzur'da toplandılar
İçeriği Görüntüle

Bir Kaçış Hikayesi’nden sonra yayımladığı, yine gerçek olayları anlattığı kitabının ‘Ekmek Kırıkları’ olduğunu ifade eden Emine Ertekin, “Ben gerçekçi yazarlardanım. Duygusal anlamda bir olay yüreğimi titretmediyse hiçbir şey yazamam. İlerleyemem, orada kalırım. İlham kaynağım babamdı. Hikayelerde annemdi. Bu romanımda ise babamdır. Çünkü babam İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda bu Ekmek Kırıkları’nı yazmamda en büyük etken. O dönem 9 yaşında bir çocukmuş, okula yeni başlamış. Annesini kaybetmiş ve kıtlığı yaşamış. Annesinin acısı ve aç kalmanın verdiği acının duygusunu bana anlatırken gözleri dolardı. Bir de babam Köy Enstitüsü mezunuydu. O kadar güzel anlatmış ki bana bunu yazarken olayı yaşayan sanki babam değil de bendim. O kadar olaylar tanıdık, o kadar akıcı ve gerçekçi. Kıtlığı yaşayan bir köyde köylülerin hayatta kalmaya çalışan mücadelesi var. Hasat zamanına iki ay var ve yiyecek hiçbir şey kalmadı. Çünkü köylü, bütün gelirini orduya bağışladığı için yüzde 25 vergisi çıkmıştı. Küçük çocuklar sapan taşıyla serçe avlıyordu. Belki bir iki gün karınlarını bu çözüm doyuyordu ama bir süre sonra o da bitti. İnsanların buğday ve arpanın suyunu emerek, birbirine haber verdiği, hayatta kalan bir köyün mücadelesi bu ama gerçekçi bir roman” diye konuştu. 

‘Yazmanın tadını aldım’ 

Ertekin, Ekmek Kırıkları’nın ardından yazdığı romanlar ve hayatı ile ilgili şöyle konuştu: “Ondan bir 25-30 yıl sonrasında Ekmek Kırıkları’nın devamı niteliğinde ama bağımsız da olan ‘Ekşi Erikler’ kitabım çıktı. Ekşi Erikler’de de hayat normalleşmeye başlayıp köylülere yol açılınca, evlerde su akmaya başlayınca, elektrikler gelince hayatın bireyselleştiğini, sıkı ilişkilerin gevşediğini kabullenemeyen savaş gazilerinin sorgulamaları başlıyor. Paylaşım bitiyor, imece bitiyor. En çok üzüldükleri nokta imce usulünün bitmesi ve çekirdek aile kavramının topluma yerleşmesi. Fabrikalara giren işçilerin kendi çocuklarını alıp gitmesiyle onların bunalıma girmesi ve yalnızlık duygusunu romanımda işledim. Çevremden aldığım eleştiriler de olumlu yönde. Şu anda da iki evliliği konu alan bir romanım bitmek üzere. Yazmanın tadını aldım bir kere. Kitap yazarken çok fazla yabancı kelimenin dilimize girdiğini görüyorum. Örneğin yabancılar 'computer' derken biz 'bilgisayar' diyoruz.  Onlar 'ambulans' derken biz 'cankurtaran' diyoruz Bilgisayar sözcüğünü bir Türk uygun gördü. Benim kitaplarımda adı geçen ‘cankurtaran’dır. Kelimeleri anlatabilmek için kılı kırk yarıyorum. Yine de unuttuğum, gözden kaçırdığım illaki oluyordur. Çünkü günlük hayatta o kelimeleri çok kullanıyoruz. O yüzden ona çok dikkat edilmesi taraftarıyım. Herkes her şeyi yazar ama dilimizi korumak çok daha önemli.” 

Kaynak: ARZU YAVUZ