Futbol takımlarında forma rekabeti, sahadaki kaliteyi artırır; doğru yönetildiğinde gelişimin anahtarıdır. Ancak Antalyaspor’un 2025-2026 sezonunda yaşadığı teknik direktör değişikliği ve sistem dönüşümü sonrası kadro içinde oluşan tablo, klasik anlamda bir rekabetten çok, belirsizliğe işaret ediyor. Neredeyse her pozisyonda farklı oyuncular deneniyor, roller sürekli değişiyor. Bir hafta ilk 11’de sahaya çıkan bir futbolcu, bir sonraki hafta kadro dışında kalabiliyor. Orta sahada, kanat beklerde ve ikinci forvet pozisyonunda bu durum sıkça tekrar ediyor. Bu koşullar altında, oyuncuların sahada kendini ifade etmesi ve gelişim göstermesi zorlaşıyor. Formayı almak için değil, rolünü anlamak için mücadele eden bir yapıya dönüşmek, takımın kolektif reflekslerini zayıflatıyor. Antalyaspor’da “herkes için açık forma savaşı” retoriği sahada karşılığını bulan bir rekabetten çok, ne olacağını kestiremeyen bir ortam yaratıyor.
Teknik adamın gölgesi
Erol Bulut’un gelişiyle birlikte sistemsel bir netlik ortaya çıkmış olsa da, bu sistemin oyuncularla kurduğu ilişki henüz stabil değil. Oyuncular, hocanın ne istediğini anlamaya çalışırken aynı zamanda kendilerine uygun bir alan arıyor. Jesper Ceesay gibi bazı isimler net bir görev tanımıyla bu yeni yapıya hızlıca entegre olurken, birçok oyuncu hala doğru pozisyonu, doğru rolü ve hatta doğru süreyi bekliyor. Teknik direktör değişiminin ardından kulübeye çekilen, eski sistemde önemli rol oynayan oyuncuların bazıları mental olarak sahaya dönemedi. Bulut’un tercihleri ve taktik disiplini, takım içinde yeni bir hiyerarşi oluşturdu ancak bu düzen, özellikle orta seviye oyuncular için bulanık. Takım içinde bir grubun yavaş yavaş yerini sağlamlaştırması, diğerleri için sahada kalmanın değil, tekrar kadroya girmenin savaşına dönüşüyor. Bu dengesizlik, oyuncuların performanslarını değil, sabrını test ediyor.
Kim sahipleniyor?
Bir futbol takımı sadece taktikle değil, aidiyet duygusuyla da ilerler. Antalyaspor’un yaşadığı değişim sürecinde bu aidiyetin, özellikle oyuncular tarafında yeterince inşa edilemediği görülüyor. Sistem var, görevler var, ama sahadaki oyuncuların bu yapıya ne kadar sahip çıktığı tartışmalı. Çünkü sürekli değişen bir yapıda, oyuncular hem saha içinde hem kulüp kimliğinde kendilerini “geçici” hissedebilir. Tribünler bunu fark ediyor. Taraftar, sahada savaşan değil, yerini korumaya çalışan bir takım izliyor. İstikrarı sağlayacak şey yalnızca aynı 11’i sahaya sürmek değil; o 11’in sisteme inandığı, rollerine sahip çıktığı bir düzen kurmak. Antalyaspor bu sezon sadece puanlar ve goller üzerinden değil, iç yapısında da kim bu takımı gerçekten sahiplenecek sorusunun cevabını arıyor. Oyunculara “forma senin” deniyor, ama oyuncular hala o formanın içinde gerçekten nerede durduklarını bilmiyor.




