*Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Bu yol nasıl müzik oldu?
Orhan Gürsoy:
1974 Sivas doğumluyum. Müzikle tanışıklığım aileden geliyor. Türküler, kültürümüzün ve geleneğimizin bir parçasıdır. Bir meslek olarak değil de gelenektir bağlama bizde. Sahneye ilk üniversite yıllarımda harçlığımı çıkarmak için çıktım. Türkülerin sözleri ve edebi yanı beni her zaman etkilemiştir. Bu yüzden akademik olarak Halk Bilimi bölümünde okumayı tercih ettim.

Emrah Duraklıoğlu:
1976 Çorum doğumluyum. Müzik ve bağlama Alevi kültürünün ayrılmaz bir ögesidir. Ben de Alevi kültürü içerisinde yetişmiş biri olarak Halkevinde müziğe başladım. 26 yıldır müzikle uğraşıyorum.

Güven Coşkuner:
Benim müziğe başlamam da diğer arkadaşlar gibi aileden gelmiş bir durum. Gazi Üniversitesi Müzik Bölümü mezunuyum. Siyasi nedenlerden dolayı öğretmenlik yapamadım.

*Bize biraz müzisyenlerin yaşamından bahseder misiniz, müzisyenlerin yaşamı nasıldır?
Orhan Gürsoy:
Aslında bizler yürek işçisiyiz. Müzisyenin yaşamı dışarıdan bakıldığı zaman gayet keyifliymiş gibi görünüyor olabilir. Ama gecenin sonunda enstrümanından başka bir şeyi olmayan, yalnız ve hüsran içinde evine giden kişi müzisyendir. Bir tarafta alkışlar, ışıklar varken eve gittiğinizde anneniz size “Keşke sigortalı bir işte çalışsaydın!” der. Birçoğumuzun da öyle düzenli bir hayatı olmadı, ne evliliklerimizi, ne de ilişkilerimizi düzgün yürütebildik. Sonuç olarak yalnız kaldık ve yalnızlıklar içinde vefatlar yaşadık.
Emrah Duraklıoğlu:
Orhan hayatımızı az önce özetledi diyebiliriz. Ne kadar çok tanıdığımız olsa da, bizler yalnız insanlarız. Tabi eşin, çocuğun, anan, baban varsa durum biraz daha farklı oluyor ve onlardan güç alabiliyorsun. Fakat enstrümanınla baş başa kaldığın zamanlarda sadece müziğin ve sen oluyorsun. Bir mekanda birçok insan olabiliyor ama sen sahnede yine yalnız oluyorsun.
*Hemen burada şu soruyu sormak istiyorum: Peki bu içsel yalnızlık sizi üretmeye daha çok sürüklemiyor mu?
Emrah Duraklıoğlu:
Elbette o içsel yalnızlığı doldurmak için sanatsal olarak daha çok arayış içine giriyorsun. Sanatta sıkıntılı ve sancılı süreçler sanatçıyı daha çok üretken kılabiliyor.
Güven Coşkuner:
Görenler diyor ki, “Çok rahat bir işiniz var. Eğleniyorsunuz ve yiyip içiyorsunuz… Benim on iki saat çalışıp kazandığım parayı, siz üç saatte kazanıyorsunuz.” Ama işin aslı öyle değil! Öncelikle sahneye başlamadan önce provalar saatlerimizi alıyor. Bu saatler öyle sanıldığı kadar kolay ve uğraşsız da geçmiyor. Diğer yandan müzisyen arkadaşlarla uyum sağlamak, repertuar seçimleri, enstrümanların bakımı, tamiri gibi birçok örnek verip bunların kolay olmadığını da söyleyebilirim.
*Sanatsal üretimleriniz var mı ve çalıştığınız ortamlarda sanatınızı icra edebiliyor musunuz?
Orhan Gürsoy:
Var tabii ki! Ama ben kendime bu konuda biraz acımasız davranıyorum. Söz yazmak, beste yapmak o kadar basit değil bence. Tabi ben işin türkü tarafında olduğum için de böyle düşünüyor olabilirim. Bana göre türkü yazmak öyle ‘oturayım, yazayım’ düşüncesiyle yapılabilecek bir şey değildir. Türküler, toprağın, halkın yüreğindeki haykırışıdır. Malesef bu tarz sanatsal eylemler günümüzde çok ticari duruyor ve özgünlüğünü kaybediyor. Zaten çalıştığımız ortamlar ticari kaygı güttüğü için sanatımızı icra ettiğimizi de söyleyemeyeceğim.
Emrah Duraklıoğlu:
Sanatsal bir üretimim şu an yok. Daha önce yurt dışındaydım. Oradayken sanatsal faaliyetler yürütebiliyordum. Türkiye’ye döndükten sonra çalışmalarımı devam ettiremedim ve malesef ki bu benim eksikliğim. Diğer soruya da cevap verecek olursam, çalıştığımız ortamlarda sanatımızı icra edemiyoruz. Tamamen ekonomik kaygılarla çalışıyor, sadece hayatımızı idame ettirmeye çabalıyoruz. Asıl yapmak istediğim ise; daha radikal, protest bir müzik iken şu an sadece işletmelerin ticari kaygılarını karşılamaya çalışıyoruz. Bu konuda yaşadığım bir olayı anlatayım: Müşterilerden biri sahneye birden ona kadar şarkı listesi yapmış ve bize göndermiş. Bu listede olan dokuz eseri seslendiriyorum son eseri ise reperturarımda olmadığından kaynaklı seslendiremiyorum. Buna rağmen müşteri bu duruma sinirlenirken, hakaret ediyor ve bizi işletme sahibine şikayet ediyor. Dönem dönem bir çok müzisyen arkadaşımın başına bu tür olaylar gelmiştir.
Güven Coşkuner:
İşletmelerin ticari kaygıları ön planda olduğu için sanatsal olarak verimli olmak pek de mümkün olmuyor ne yazık ki.
*Bununla beraber yaşadığınız başka sorunlar da var mı?
Orhan Gürsoy:
Aslında öncelikle ‘Müzisyenlik bir meslek mi?’ sorusunun cevabını değerlendirmek lazım. Doksanlı yılların başında türkü bar kültürü çıktı ortaya. Bu kültür bir bakıma insanların türkülere açlığıyla doğdu. Müzisyenlik üniversite öğrencilerinin harçlığını çıkarmak amacıyla ortaya çıkmış bir alandı. Öğrenciler çok düşük paralara emeklerini satıyorlardı. Türkü barlar, yukarıda bahsettiğimiz “türkü açlığından” dolayı hızlı bir süreçte ortaya çıktı. Bu nedenle bu iş hiçbir zaman meslek olarak kabul görmedi. Öte yandan işletmeciler de türkü kültüründen bihaber olan insanlardı. Asıl yanlış burada birbirlerine destek olması gereken müzisyenlerin bir süre sonra arkadaşlarına tavır almaya başlaması ve hatta birbirlerinin kuyularını kazmaya çalışmasıyla başladı. “O yoksa ben varım” veya “Sen yoksan o var” gibi tavırlar ortaya çıktı ve bugüne bu durum kartopu misali büyüyerek bugüne geldi. Kendilerinin ve arkadaşlarının kıymetini bilmediler. Birlikte hareketten yoksun, birbirine ve sorunlarına sahip çıkmayan, ekonomik yaşamlarını idame ettirmek için işletmelerin karşısında duramayan, direnemeyen müzisyenler haline geldik. Türkü bar kültürü ortalama 20 yıldır devam etmekte de olsa durum gün geçtikçe daha kötü bir hal alıyor gibi gözüküyor. Bir çoğumuz sigortalı çalışmıyoruz, iş güvenliğimiz ve sosyal güvencemiz yok.
Emrah Duraklıoğlu:
Orhan’a katılmamak elde değil. Bu sorun bizim müzisyenlerimizin yani bizim yarattığımız bir sorundur. Kendi içimizde örgütlü olmayışımız, kişisel çıkarlar gütmemiz, birbirimize destek değil de köstek olmamız bizi bugünün çıkmazına sürüklemiştir.
Güven Coşkuner:
Ben birçok arkadaşıma göre şanslıyım. Eşim çalışıyor ve yıllardır sigortamı o yatırıyor. Arkadaşlarımın bahsettiği gibi birlikte hareket etmeyişimiz, bizi bir yerden bir yere götürmüyor hatta daha da çıkmaza sürüklüyor. Bu durumda olması gereken şey ise biz müzisyenlerin örgütlü bir şekilde mücadele etmesidir.
*Ürettiğiniz sanat sizce hak ettiği yerde mi?
Orhan Gürsoy:
Kesinlikle hak ettiği yerde olmadığını düşünüyorum. Kendi adıma da bir o kadar hak ettiğim yerde değilim. Bence bunun nedeni ülkemizin içinde bulunduğu sosyal, siyasi ve ekonomik yapıdır. Ülkemiz dönem dönem öyle saçma özentilikler içerisine giriyor ki biz bunların içerisinde kaliteli bir şeyler yapmaya çalışsak da hak ettiğimizi karşılamıyor. Hele bu zamanlarda internet popüleritesi denilen bir şey çıktı ortaya. Bu internet üzerinden insanların merak salıp sevdiği müzikleri ve türküleri dinlediğim zaman bunun gerçekten bir şaka olduğunu düşünüyorum. Bunun dile, müziğe, türkülere birer ihanet olduğunu görüyorum. İnsanlar artık çektiği bir videoyla ünlü olabiliyorlar ama bunun evveliyatında bu saçmalığa bandrol veren Kültür Bakanı çıkıp ‘Napıyorsunuz?’ demiyor ki. Kültür Bakanlığı bile kültüre sahip çıkmıyorsa ‘Vay kültürün haline!’ demekten kendimi alamıyorum. Ne edebiyatçılar ne de müzik kalitesi olan insanlar bunlara dur demiyorlar.
Emrah Duraklıoğlu:
Kesinlikle hak ettiği yerde olduğunu düşünmüyorum. Gerçekten sanatı icra edebilmemiz için ekonomik kaygılarımızın olmaması gerektiğini düşünüyorum.
*Sosyal haklar konusunda harcadığınız emeğin karşılığını alabiliyor musunuz?
Orhan Gürsoy:
Özellikle iş güvenliği konusunda bizler tehlikeli bir ortamda bulunuyoruz. Artık insanlar o kadar yozlaştılar ki sahnede istenilen bir şarkı çalınmadı diye silahla vurulan arkadaşlarımız var. Bu sebepten biz iş güvenliği konusunda büyük tehlikelere boyun eğdik.
Emrah Duraklıoğlu:
Tabii ki alamıyoruz, alabilecek gibi de görmüyoruz. 3 yıldır aynı mekanda çalışmama rağmen hala sosyal güvencem yok. Bununla birlikte iş güvenliği içerisinde olduğumuzu da düşünmüyorum. Daha önce çalıştığım yerde sigortamın yapılmaması nedeniyle şikayette bulunduğum için işletme bana iş çıkışı verdi. Bu koşullarda maddi manevi emeğimizin karşılığını nasıl alabiliriz ki? Bugün aldığım ücreti yarın alamazsam evime ekmek de götüremeyeceğim. Bu kaygılarla nasıl sanatsal üretim yapabilirim. İnsanların siyasi bilinçleri oluşmadığı için onlara örgütlenmenin gerekliliğini de anlatamıyoruz. “Banane kardeşim ben aldığım paraya bakarım” diyerek durumu geçiştiriyorlar. Bunların hepsini harmanlayacak olursak, bireysel olarak değil de örgütlü olarak hareket edersek, altından kalkamayacağımız hiçbir sorunun olmayacağını düşününüyorum.
Güven Coşkuner:
Biraz da kişinin kendine bağlı olduğunu düşünüyorum. Çalışacağın yeri ve kişileri seçebilirsen daha rahat hareket ediyorsun. Tabi bu biraz da benim eşim sayesinde, eşimin iş olanağının iyi olması ile benim bir ay çalışmasam bile çok sıkıntıya düşmemizi engelliyor. Benim biraz daha seçici olmamı sağlıyor ve hareket alanımı genişletiyor.
Sonuç olarak baktığımızda; Müzisyenler, ışıklar söndükten sonra sahnenin perde arkasında kimsenin görmediği, kimsenin farketmediği kör noktada kalan yaşamlarını bizlere göstermeye çalıştılar. Müzik onların her biri birer ahenk ve tını ile ördükleri yuvaları. Bu yuvada bazen kırgınlıklar, alınganlıklar, hasretler olsa da gönül susmuyor. Yürek işçisi, bıkıp usanmadan bir oya gibi gönüllere işliyor ve işlemeye devam edecek.
ANTALYA ETKİNLİKLER
Elbise Dolabımın Sihirli Öyküleri ‘Bölüm 1’ Keçiler
19 Aralık 10:30 - Sahne Sanatları
Muratpaşa Belediyesi Kültür Salonu
Nil İpek
19 Aralık 20:30 - Konser
Holly Stone Performance Hall
Kürk Mantolu Madonna
19 Aralık 20:30 - Sahne Sanatları
Antalya Kültür Merkezi - Aspendos
Mazhar Alanson
20 Aralık 22:00 - Konser
Jolly Joker Antalya
Meet Prometheus
21 Aralık 19:00 - Konser
Expo Tower Antalya
Kaynak: Haber Merkezi