Türk sinemasının köklü isimlerinden yapımcı, yönetmen ve senarist Aydın Sayman, değişen sinema kültürü, seyirci alışkanlıklarındaki dönüşüm ve üretim zorlukları üzerine çarpıcı değerlendirmelerde bulundu. İçimdeki İnsan, Sır Çocukları, Miras ve Janjan gibi önemli yapımlarla tanınan Sayman, Türk sinemasının sadece ekonomik değil, aynı zamanda düşünsel bir kriz yaşadığını vurguladı.
‘Salon var ama seyirci yok’
Sayman’a göre sinema artık yalnızca teknik bir üretim alanı değil, toplumsal belleğin ve düşünsel derinliğin yansıdığı bir sanat formu olarak yeniden tanımlanmak zorunda. Ancak dijitalleşmenin etkisi, ekonomik sıkışma ve değişen seyir kültürü, bu yeniden doğuşun önünde ciddi engeller oluşturuyor. Sayman, “Bir dönem salon yok denirdi, şimdi salonlar var ama seyirci yok” diyerek bugünün paradoksuna dikkat çekti. Pandemi sonrası dönemde dijital platformların yükselişiyle sinema salonlarının seyirci kaybettiğinin de dikkat çeken Sayman, üretim motivasyonunun zayıfladığını ve seyirciyle sinema arasındaki bağın neredeyse kopma noktasına geldiğini belirterek, Türk sinemasının “bir kimlik arayışı içinde” olduğunu söyledi.
‘Sinema lüks hale geldi’
Sayman, Türk sinemasının son yıllarda ciddi bir daralma sürecine girdiğini belirterek, “Yerli film seyircisinin sayısı hızla düşüyor. Pandemi sonrasında dijital yayın platformlarının güçlenmesiyle sinema salonlarına olan ilgi belirgin biçimde azaldı. Bir dönem haftalık 1,5 milyon seyirciye ulaşan izleyici sayısı bugün 250–300 bin bandına gerilemiş durumda” dedi.
Ekonomik koşulların sinemayı doğrudan etkilediğini vurgulayan Sayman, “Hayat pahalılığı bilet fiyatlarını artırdı, bu da sinema deneyimini lüks hâline getirdi. Seyirci sinemadan uzaklaşırken, yapımcılar da yeterli izleyici bulamayacakları kaygısıyla film üretmekte tereddüt ediyorlar. Eskiden salon yok denirdi, şimdi salon var ama seyirci yok. Yakın zamanda 400’e yakın salon kapandı” diye konuştu.

‘Bağımsız sinema seyirciyle bağını kopardı’
Sayman, son 20 yılda bağımsız sinemanın seyirciyle iletişimini kaybettiğini belirterek şu değerlendirmede bulundu: “Yapımcılar artık seyirciyi düşünerek film yapmıyor. Fonlardan gelen destekler onları seyirciden bağımsız kıldı. Seyirciye karşı bir sorumluluk kalmadı. Bunun karşılığında seyirci de onların filmlerine gitmeyerek tepki veriyor.”
‘Uluslararası başarı ödül değil, izlenme ile ölçülür’
Türk sinemasının uluslararası alanda yeterince güçlü bir yer edinemediğini belirten Sayman, “Türk filmleri zaman zaman ödül alıyor, ama bu tek başına bir başarı göstergesi değildir. Dünyada yüzlerce festival var, biraz çaba harcarsan bir-iki ödülle dönebilirsin. Önemli olan, filmin entelektüel çevrelerde karşılık bulması ve izlenmesidir. Benim için ödülden çok filmin seyredilmesi değerlidir” dedi.
‘Finans kapital sanatı biçimlendiriyor’
Dünya sinemasındaki değişimleri ekonomik güç dengeleriyle ilişkilendiren Sayman, “Eskiden iki kutuplu bir dünya vardı. Şimdi herkes kapitalist bir dünyanın içinde. Finans kapital, sinemada kullanılan dili bile belirliyor. Yönetmenler tarih, felsefe ve siyasetle bağlarını koparmış görünüyor. Ortaya çıkan filmler içerik olarak cılız ve yüzeysel kalıyor. Bu durum, özellikle gelişmekte olan ülkelerde daha belirgin” ifadelerini kullandı.
‘Bağlar, Kökler ve Tutkular umut veren bir film’
Festivalde izlediği yapımları değerlendiren Sayman, “Bağlar, Kökler ve Tutkular filmi, anlattığım bu olumsuz ortamın dışında kalmış bir filmdi. Türkiye’de yaşayan üç göçmenin hikâyesini gerçekçi bir dille anlatmaya çalışmış. Diğer filmler ise çoğunlukla bir öyküsü olmadan bir şey anlatmaya çalışıyorlardı; yönetmen bakışları ve toplumsal duyarlılık açısından zayıf kalmışlardı” dedi.
‘Genç yönetmenler derinleşmeli’
Genç sinemacılara da tavsiyelerde bulunan Sayman, onların entelektüel birikimlerini güçlendirmeleri gerektiğini belirterek şöyle konuştu: “Genç yönetmenler genellikle düşük bütçelerle film üretiyor, ancak asıl mesele bütçe değil, içeriğin doluluğudur. Bir yönetmenin tarih, sosyoloji ve felsefeyle güçlü bir bağı olmalı. Sinema sadece görsel bir anlatı değil, düşünsel bir ifade biçimidir. Her film bir şey anlatmak zorundadır.”
 
   
             
             
             
                             
                             
                            



 
         
         
         
         
         
        