DSP Genel Başkanı Masum Türker “teşhis”inde haklı..
Ama ifade ediş biçimi yanlış..
Televizyonlarda Hayali Küçük Ali’nin “Hacivat-Karagöz kavgaları”nı izlemiyoruz..
Aksine..
Bu kavga ve ağız dalaşı “bilerek ve isteyerek” yapılıyor..
Senaryosu önceden hazırlanmış..
Planlı ve programlı bir şekilde uygulanıyor..
Dizi ya da filmlerdeki kavgalar ve ölümler ne kadar gerçekse..
Bu kavgalar da o kadar gerçek..
…
Hatırlayın..
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu başkan olur olmaz ne demişti?
“Recep’in kimyasını bozacağım..”
Bugün onu uyguluyor..
Ama..
Bunu “kendisi” yaratmıyor..
Eline bir senaryo verilmiş, her gittiği yerde bunu okuyor..
Amaç belli..
Recep Tayyip Erdoğan’ın canını yakıp, onun karşılık vermesini beklemek..
Böylece..
Seçmene, “bakın ne kadar kavgacı bir adam, böyle biri Türkiye’yi yönetmeye yakışmıyor” dedirtmek..
Dikkat edin..
Kılıçdaroğlu, her konuşmasında Erdoğan’ın “karşılık vermesini” sağlamak için “tahrik edici” konuşmalar yapıyor..
Yetinmiyor..
Yine Erdoğan’ı “tahrikçi” diye suçluyor..
Bunu yaparken de..
Sükunetini koruyor, gülümsüyor..
Ve..
“Sen nasıl olsa tuzağıma düşeceksin” der gibi bıyık altından gülüyor..
…
Bunu o kadar açık-seçik yapıyor ki..
Görmemek için “kör” olmak lazım..
Buna rağmen..
Erdoğan’ın bu tuzağa nasıl düştüğünü anlamakta zorlanıyorum..
…
İki gün önce Erdoğan’ı TRT’deki programda izlerken “çok bitkin” gördüm..
Yüzü çökmüş, yorgun ve uykusuz gibiydi..
Bir yandan seçim çalışmaları..
Öbür yandan Başbakanlık sorumluluğu ve devletin işleri..
Diğer taraftan ailesi..
İşi hiç kolay değil..
Bu nedenle rakibinin “tuzağını” tuzak olarak göremiyordur..
Bir de sürekli canını yakacak şekilde gelen sözler olunca..
Haliyle karşılık vermek zorunda hissediyordur kendini..
Farkında mı bilemem..
Ama, bu tutumu, kendisine “puan” kaybettiriyor..
Anketlerde, son bir ay içinde yüzde 5-6’lar civarında bir düşüş görülüyor..
Yani..
Rakiplerinin ekmeğine yağ sürüyor..
…
Recep Tayyip Erdoğan..
Tuzağı fark ediyor ve buna rağmen sert üslup kullanıyorsa, yanlış yapıyor..
Tuzağı fark edemiyorsa..
Kendisini uyarmayan o danışmanlarını ya da bakan veya milletvekillerini hatta dostlarını yanında tutmakla yine yanlış yapıyor..
Ben olsam..
Her gün bir konu ele alırım..
Bugüne kadar sağlıktan eğitime, duble yoldan ekonomiye kadar her ne yaptıysam ve iktidara geldiğimde her ne yapacaksam “sadece onu” anlatırım..
Konuşmanın sonunda da..
Yapılan bir suçlama varsa (ki çok var) 5 dakikamı ona ayırır, bunu da (Kılıçdaroğlu’nun yaptığı gibi) bıyık altından gülerek cevap veririm..
Böylece oyumun oranını arttırırım..
…
Bence “doğru olan” budur..
Bütün siyasi partilerin genel başkanları da böyle yapmalıdır..
“Kaliteli siyaset”in gereği de budur..
Haksız mıyım?