“Gerçek masallar” aslında dün devam edecekti. Ancak gündemin sıcak konusu Başbakan Erdoğan'ın Antalya mitingi olduğu için bugüne kaldı.
Padişah'ın savunmacısında ve yediği nanelerde kalmıştık, devam edelim. Ülkeye geldiğinde padişaha “memleketin en iyi savunmacılarından bir tanesi” olarak tanıtılan “tıfıl savunmacı”nın özellikleri daha önce de yazdığım gibi zamanla ortaya çıkmaya başladı. “Tecrübeli” olduğu kesindi. Ancak savunma yapmak konusunda değil. “Malı götürme” konusunda.
Onu ülkeye getirip, sarayda işe başlatanlara hizmet etme konusunda hiçbir korkusu yoktu. İnanılmaz derecede vurdumduymazdı. Siz bakmayın benim başlıkta “Savunmacının akılsız marifetleri” diye yazdığıma, aslında çok akıllıydı. Ancak aklını “malı götürme” ve “malı götürtme” konularında kullanmaktan başka bir yeteneği yoktu. Yani akıl sadece buradaydı. Tabiiki buna akıl denirse!..
“Akılsız marifetler” ise, direk çıkar sağlamakta zorlandığı ülkenin diğer tüm işlerinde kendisini gösteriyordu. Öyleki, hazırlığını yaptığı ve gerçekleşmesini sağladığı ihaleler bir bir patlıyor, zor durumda kalan ise padişah oluyordu. Masalımızdaki ülkede o zamanlar her iş ihale ile yapılıyordu. Gülmeyin sakın, masal bu.
Savunmacı güya o ülke için çalışıyordu, ancak kendi çocuğunu “gavur elleri”nin, “kraliyet mektepleri”nde okutuyordu. Geçmişi de, onu getiren padişah tarafından hiç araştırılmamıştı.
Nedense son dönemde padişah bu savunmacının geçmişine merak sarmaya başlamış, bir öğrenciyken, memleketine elinde tomar tomar paralar ile dönüp, anasını bile şaşkına çevirdiğini öğrenmeye başlamıştı. Henüz bir savunmacı adayıyken, “Allah yürü ya kulum” demeye başlamıştı. Bunlar nasıl olmuştu?
Öyleya, padişahın verdiği “akçeler” ile, bu savunmacının yaşadığı “lüküs hayat”ın sürdürülmesi mümkün değildi. Peki öğrencilikten başlayan “lüküs hayat”, başka hiçbir iş de yapmadığı halde nasıl gerçekleşmişti?
İşte bu dönem, tarihte “mafya”, bana göre “mufya”nın duyulmaya başlandığı dönem oluyordu. Padişah gittiği heryerde benzer sözler duymaya başlıyor, aslında bana göre biliyor olsa da, bilmiyormuş gibi yaptığı o “mafya”, pardon “mufya”nın kimler olduğunu araştırıyormuş gibi yapıyordu?
Göreve “Temiz siyaset” sözü ile gelen, halka “Yolsuzluk, hırsızlıkların hesabını soracağım” sözlerini veren padişah, kısa sürede hırsızlığın da, yolsuzluğun da en büyük isimlerinden bir tanesi haline nasıl gelmişti? Neden artık gölgesinden korkuyordu?
Neden mi?
Çünkü Sadece savunmacıdan ötürü değil, diğer saray yöneticilerinin yediği naneler de artık gün gibi ortaya çıkmaya başlıyordu. Doğal olarak hepsinin sorumlusu kendisiydi. Çünkü Bunlara izin veren kendisiydi. O korkmayacaktı da, ben mi korkacaktım?
Devam edeceğim. Merak etmeyin. Meselelerin en can alıcı noktalarına da geleceğim. Isıta ısıta gitmekte fayda var. Bakarsınız benim gerçek masallar tutar da, bir gün kitap olur. O nedenle, ağır ilerliyorum.
Bu arada bir bilgi vereyim. Benim “Gerçek masallar” başladıktan sonra, tarihte bazı telaşlar ve “İzole odalar”da durum değerlendirmeleri başladı. İletişim cihazları tamamen oda dışında bırakılıp, “böcek kontrolü”de yapılan bu odada neler konuşulduğunu ben nasıl öğreniyorum? Çok kolay.. Tarih, tarihte de tekerrür ederdi.
Gülmeyin sevgili okurlar. Benim tarihle bağlantım var. “Zaman makinası”na binip, herşeyi görme şansım var. Söz, bir gün herhangi bir yere aday olursam, vaadlerim arasında herbirinize birer “zaman makinası” olacak.
İnanmadınız mı?
Ayıp yahu!..
Herkes sallıyor, inanıyorsunuz da, benin neyim eksik?