Siyasete kısa bir ara verip, “kanayan bir yara”ya dokunmak istiyorum bugün..
Farkında mısınız bilmem..
Ülkemizdeki “yazar-çizer” takımı, neredeyse takım halinde Türk diliyle “toplu seks” yapıyor..
O “giriş-gelişme-sonuç” kuralını hiçe saydıklarını bir kenara koyalım..
Ama “dilbilgisi” kurallarına uymamaları ve de kafalarına göre “kelime” üretmeleri olacak şey değil..
Hele bir de “dahi” anlamına gelen “de-da” eklerini kullanmayı bilmemeleri var ki, yazıları görünce çıldırmamak işten değil..
Adeta “herkesin anlayabileceği sade bir dil”e karşı savaş açmış gibiler..

Bu arkadaşların tepkileri şaşırtıcı bir manzarayı ortaya çıkartıyor..
Manzara şu:
Bu yazar-çizer takımı yabancı kelimelere karşı “belden aşağı” usullerle savaş açarlarken, bir de “yepyeni Türkçe” teklif ediyorlar..
Ama..
Diğer taraftan, “Türkçe konusunda her türlü desteğe ve öğrenmeye açığız” diyorlar..
Çelişkiye bakın..
Hem konuyla ilgili “yetersizliğini” kabul edecek ve destek isteyeceksin, hem de “radikal çözümler” dayatacaksın..
Böyle bir şey olur mu?

Çelişkilerini, “onların dilinden” bazı kelimeleri sizlere aktararak paylaşmak istiyorum..
Buyurun:
Evrenkent (üniversite), tecim (ticaret) , türe (hukuk), türesel (hukuki), ilbeyi (vali), dinlengeç (radyo) , izlengeç (televizyon), basmaklık (klavye), ekin (kültür), sağıt (ilaç)..
Bu veya bu tür kelimelerin kullanıldığı bir cümleyi sizce kaç kişi anlayabilir?
Gördüğünüz gibi..
Birçok yazar-çizerin “yaratmaya çalıştığı” bu yeni dil, başlı başına bir problem..
Türkçeyi, “yabancı kelimelerden kurtaralım” derken, daha da anlaşılmaz, zevksiz, kaba bir dile çevirmeye çalışıyorlar..

Bir de “dilbilgisi” zayıflıkları var ki, dostlar başına..
En kötü tarafı da, bunu hiç umursamamaları..
Yukarıda da belirttiğim gibi, ayrılması gereken “dahi” anlamındaki “de-da” eklerini bile ayırmaktan acizler..
Oysa..
Yazar-çizer takımı, toplumun önünde “hata yapmaması gereken” örnek kişilerdir..
Ya da öyle olmak zorundadırlar..

Bir örnek..
Bu tür “imla bilgisi yoksunu” kişilerin etkisinde kalan bir “Türk İngilizce öğretmeni”nin yazdıklarından bir bölümünü okumanızı ve yazıya dikkat etmenizi istiyorum..
Diyalogdaki seviyesizliğe de iyi bakın..
“…Daha sonra; bu ülkede her türlü acayiplik gazeteleriniz de çarşaf çarşaf yer alabilirken, bizim haklı davamız ancak sizin tabirinizle ‘terör’ boyutuna ulaşınca, sizinki gibi hırçın yazıların içerisinde yer alabiliyor. Belirtmek istediğim son şey ise biz böyle sizlerin gözüne gözüne sokmasaydık bu olayı sizin aklınıza bile geleeyecekti.”

Şimdi iyi dinleyin..
Bu arkadaşımız bir “öğretmen”..
Ve insani ilişkilerde de yazım kuralları konusunda da son derece yeterli olmayı gerektiren bir mesleğin mensubu..
Daha Türkçe’yi doğru kullanamaz halde iken, düşünün ki bir de yabancı dil öğretecek..
Böyle biri kimin eseri?
Bütün bu tür yazım hataları, ifadelerdeki seviyesizlik hep, “her şeyin en iyisini bilen ve örnek olan yazar-çizer takımı”nın eseridir..
Bu öğretmen de “etkilenenlerden sadece biri”dir..

Bunlar “dilimizi” iyi kullanmayıp “bozan”lar..
Bir de her gün gözler önünde olan bir tabela terörü var ki, bunu anlatmak bile insana acı veriyor..
Gidin Batı’ya, örneğin İngiltere’ye, Almanya’ya veya İtalya’ya..
Tabelalarında “kendi öz dilleri”nden başka hiçbir yabancı dili göremezsiniz..
Biz ise, bırakın yabancı kelimeleri, kendi dilimizdeki sözcüklere anlaşılmaz “ek”ler yaparak “yabancı süsü” veriyoruz..
Bunları gördükçe içim acıyor..
Soruyorum şimdi..
“Dilde birlik” sağlayamayan ülkelerin “bağımsız” olabilme ihtimali var mıdır?

Ben dilimizin bu kadar “ırzına geçilmesini” ibret ve üzüntüyle izliyorum..
Bence siz de üzülün..
Belki bu üzüntüyü gidermenin bir yolunu bulmaya çalışırsınız..
Manzarayı, Türkiye’de birçok alanda anlam bulan şu veciz ifadeyle özetleyip yazımızı da noktalayalım:
Galiba, “önce şu kurtarıcılardan kurtulmalıyız..”