Hayatı boyunca sadece 13 şiiri yayınlanan İngiliz şair Thomas Gray’in en popüler şiiri “Bir Köy Mezarlığında Yazılmış Ağıt” adlı eserdir. Günümüzde en çok alıntılanan İngiliz şiirleri arasında yer alan bu şiir, yayınlandığı dönemde büyük bir başarı elde ederek defalarca basılıp, birçok dile çevrilmiştir.
Şairin, 1742’de kaleme aldığı bir şiirin sonundaki şu iki dize, belki de onun en ölümsüz sözleri olarak hafızalara kazınmıştır:
“Cehaletin mutluluk olduğu yerde, bilge olmak deliliktir.”
Cahillik denildiğinde çoğu insanın aklına ‘eğitimsiz’ kişiler gelir. Oysa cehaleti, sadece bilgi eksikliği olarak tanımlamak yanlıştır. Cehalet, çoğu zaman sorgulamama, umursamama, merak etmeme ile ilişkilidir. Eleştirel düşünmekten kaçınmak, rahatsız olacağı gerçeklerle yüzleşmekten kaçınmak ya da kendi konfor alanının dışına çıkmak istememek gönüllü cehaletin ilk adımlarını oluşturur.
Bu yüzden cehalet kavramını sadece ‘bilmeyen’ ya da ‘az bilen’ şeklinde basite indirgemek yanıltıcı olabilir. Nihayetinde, çok şey bilip yine de dar bir bakış açısına sıkışıp kalmak dahi cehalete işaret edebilir. Esasen asıl mesele, zihnin ne kadar bilgi depoladığı değil, o bilgilerin ne kadar sorgulandığı, dönüştürüldüğü ve içselleştirdiği ile doğrudan ilişkilidir. O yüzden de, “Cehalet mutluluktur” ifadesini bu bağlamda sorgulamak faydalı olabilir.
Bilgi arttıkça, insanın dünyayla kurduğu ilişki de ağırlaşır. Daha fazla şey görür, daha fazla şey duyar, daha derin düşünmeye başlar. Bu, beraberinde daha çok soru, daha çok çelişki ve daha çok dert getirir. Dünyadaki krizleri, adaletsizlikleri, ekonomik dengesizlikleri, ekolojik felaketleri yakından takip eden biri, umursamayanlara göre çoğu zaman daha kaygılıdır.
Adaletsizliği fark ettiğinde, sadece “yazık” deyip geçemez insan. Geleceği düşündükçe, endişeler zihnini işgal eder. Kendi eksiklerini, hatalarını, çelişkilerini gördükçe, kendisi ile kurduğu rahat ilişki bozulmaya başlar. Cehaletin sunduğu rahatlık işte tam burada devreye girer. Çünkü, bilmeyen insan, düşünmediği şeyi dert etmez.
Cehalet çoğu zaman dünyanın karmaşıklığını basit cümlelere indirger. “Her şey yolunda”, “Bunlar abartılıyor”, “Vardır bir sebebi” gibi esnek ve kaçamak yargılar sayesinde zihne güçlü bir konfor alanı açılır. Bu durum, bireyi psikolojik olarak rahattır. Çünkü gri alan bırakmaz, sorgulama gerektirmez. Oysa bilgi arttıkça gri alanlar çoğalır. Bu belirsizlik, iç huzuru zorlamaya başlar.
Düşünmek, sanıldığı kadar romantik bir süreç değildir. Kendini sorgulamak ya da yıllardır savunduğu fikirlerin yanlış olabileceğini kabul etmek, egoyu incitir. Cehalet ise bu sarsıntıyı hiç yaşamadan hayatı sürdürme şansı verir. İnsan, bir şeyleri sorgulamak zorunda kalmaz. Çünkü, kendisiyle yüzleşmek yerine, dünyanın geri kalanına bakıp “onlar yanlış” demek çok daha kolaydır.
Bilginin bir diğer ağır tarafı da sorumluluk duygusudur. Örneğin, küresel ısınma gibi ekolojik sorunların ciddiyetini fark eden bir birey, tüketim alışkanlıklarına başka bir gözle bakmaya başlar. Cahil için ise böyle bir yük yoktur. “Ben anlamam, ben karışmam” konforu, oldukça huzurludur ve sorumluluk gerektirmez.
Bu açıdan bakıldığında, adı konmamış cehaletin bireylere gerçek bir mutluluk değil, çoğu zaman derinliği olmayan, kırılgan bir sığınma ortamı sunduğu söylenebilir. Çünkü cehalet, farkındalığın getirdiği acılardan kaçıp güvende hissetmek için yaratılmış bir kabuk gibidir. Ancak bu kabuk, insanları manipülasyona açık hale getirir. Cahil insanlar özellikle sosyal ağlar vasıtasıyla bilmediği konular üzerinde kolayca yönlendirilebilir. Nihayetinde, günümüzde sosyal medya, düşünmeyen insanların başkalarının hazır düşüncelerini ‘ücretsiz’ olarak satın aldığı mecralara dönüşmüştür.
O yüzden de asıl mesele, cehaletin mutluluk olup olmamasından çok, bizim hangi tür mutluluğu tercih ettiğimiz ile alâkalıdır. “Cehalet mutluluktur” ifadesi, bu açıdan bakınca bir tespitten ziyade bir uyarı gibi okunabilir:
“Evet, bilmemek insanı rahatlatabilir; ancak bedeli, başkalarının bilgilerine mahkûm olmaktır.”