Batılı düşünürler düşünce ve ifade özgürlüğünü tanımlarken şöyle derler; 

“Özgürlük, duyulması istenmeyenleri söyleyebilme hakkıdır…” 

İfade özgürlüğünü kullanırken elbette söylenenleri muhataplarının duymasını da isteriz… 

Duyulmayan ya da duyulmamış gibi yapılan sözler suya yazılmış yazı gibidir… 

Çünkü hüküm kuramazsınız ya da sorgulayıp yargılayamazsınız… 

Ama şunu çok iyi biliyorum ki, söylenen her söz mutlaka ama mutlaka duyulur. 

Çünkü insanın en sadık ve güvenilir organı, kulaktır. 

 

Kulaklar hiç değişmezler. 

Kilo alırsınız ya da zayıflarsınız, yaşlanır ya da hastalanırsınız, kısacası her ne olursanız olun kulaklarınız hiç değişmez, hep aynı kalırlar… 

Tabii yaş ilerledikçe kulakların fiziki durumu aynı kalır ama çekiç, örs, üzengi kemikleri ile kulak zarı aynı kalmaz, esnekliğini yitirdiklerinden duymada zorluk yaşanır… 

Kimi zaman duymak istemedikleriniz kulak kepçesinde çınlar, kimi zaman duymak isteyip de duyamadıklarınız da olur… 

Bazen duyduklarınıza inanamazsınız, bazen duymak istemediklerinizi duyarsınız, bazen de duyduklarınızla mest olursunuz… 

Kulaklarınız sayesinde bazen hakikatlerin patiska kıvrımlarında, bazen aynı hakikatlerin kaktüs dikenleriyle dolu labirentlerinde dolaşırsınız. 

Kimi siyasilerin kulakları, onları hakikatlerin kaktüs dikenleriyle dolu labirentlerinde dolaştırır; nedense bu hakikatlerin patiska kıvrımlarında dolaştırmayı pek seçmezler. 

Siyasette bu hep böyle olur… 

Seçmen neyi duymak istiyorsa onu kulaklarına doğru üflerler… 

İktidar ya da muhalefet, hakikatlerin sertliğinden pek hoşlanmazlar, hatta hiç hoşlanmazlar… 

 

Kulaklarını; “telekulak”lara doğru uzatırlar. 

Kim, nerede kiminle ne konuşmuş, 

Kim, kimin cebine el uzatmış, 

Kim, kime pikap dolusu dövizleri başka yere taşımasını söylemiş, 

Kim, kimin off-shore hesaplarını boşaltmış, 

Kim, narko trafiğinin rotasını çizmiş, 

Tüm bunları kulaklarıyla toplarlar, sonra kendileri için derleyip düzenleyerek toplumun kulaktan beyne giden algı tellerine doğru iletirler. 

 

Devleti yönetenler bunları dinlerler ama Kürtlerden, Alevilerden, demokratlardan yükselen “yeter artık” seslerine tıkarlar.  

Açız, geçinemiyoruz, işsiziz, üretemiyoruz diye atılan çığlıkları ise duyarlar ama duymazlıktan gelirler… 

Yakın komşularımızı kan gölüne çeviren Büyük Ortadoğu Projelerine ve bu projeyi yapmak isteyenlerin Washington’daki seslerine kulak verirler ama yükselen şoven, ırkçı sesleri hiç ama hiç duymazlar. 

 

Ancak unutulmasın ki, bu ülkenin “kulakları açık” insanları da var. 

Ve bu insanlar günü geldiğinde “duymayan kulaklara” öylesine güçlü bir sesle “artık barış istiyoruz” diye haykıracaklardır ki, o zaman “duymamazlık” edemeyecekler.  

“O tıkalı kulakları, kulak zarlarına kadar açılacaktır.”