“Müziğin tarihte ilk nasıl ve nerede ortaya çıktığı ve ne amaçla kullanıldığı konusu uzun yıllar  müzik araştırmacı ve teorisyenlerinin üzerinde düşündükleri bir soru olagelmiştir.” Gözümüzün önünde dünyanın ilk haline ait bir imaj canlandırmaya çalışalım. Kendimizi o vahşi, uçsuz bucaksız, her şeyin dev boyutlarda olduğu bir ortamda acınacak kadar küçük ve korunaksız, sözel dilin oluşmadığı, sözcükler yerine kaba sesler ve çığlıklarla en kolay iletişim içinde olan, anlayamadığı her tabiat olayı karşısında korkudan donup kalan ve zamanının çoğunu kendinden büyük düşmanlarından saklanarak geçiren, küçük klanlar halinde yaşayan ilk insanlardan biri olarak hayal edelim. Uğuldayan o rüzgar, o delice yağan kar, insanı yutacakmış gibi gürleyen o sonsuz gökyüzü altındaki bu savunmasız ilk insan belki bir savunma ya da bütün bunların içinde var olma iç güdüsüyle sesler oluşturmaya çalışmış olabilirler. Bu durumda insanların ilk müzik aleti olarak taşları ve kemik parçalarını kullandıklarını, bunları birbirine vurarak değişik ritimlerle ses çıkarttıklarını söylemek doğru olacaktır.
Fakat buradan bakarsak sadece insan tarafından bakmış olacağımızı düşünüyorum. Halbuki bu koskoca evrende sadece insan yoktu ki, hatta ve hatta insan doğanın içindeki en etkisiz elemandı o çağlarda. Doğanın kendi içerisinde tabiat olayları, floradan faunaya canlı ve cansız değişik maddeler vardı. Bunların her birinin kendine has tınısı, ritmi, yankısı ve sesi vardı. Mesela rüzgarın sesi; rüzgar estiğinde bitkilerin nazlı nazlı salınışının çıkardığı o hışırtı bir melodidir. Yağmur damlalarının toprağa çarptığı an da, toprağın içindeki kum tanelerinin 1.5 metre uzağa fırlayan tek bir kum tanesinin çıkardığı çınlama veya yağan yağmurun, denizin o eşsiz mavinin sonsuzluğunda her bir yağmur damlasının diğer suya çarpmasının ve bu çarpmayla çıkardığı ses, sesin sürekliliği ritimdir. Yırtıcı, heybetli hayvanların çığlıkları ve ulumalarının dağın yamacına çarparak geri dönerkenki oluşturduğu yankı. O yırtıcı atmacadan kartala, martısına kadar uçsuz bucaksız gök mavide kıvrak hareketlerle salınırkenki, her bir kanat hareketinin oluşturduğu tehditkar ve heybet ahenkli bir sestir.
Bir ceylan yavrusunun minik ayaklarıyla narin ve ürkekçe bastığı her kuru dalın çıkardığı çıtırtı müzik değil de nedir?
Her gün müziğe uyanırız. Penceremizden gelen bir kuş cıvıltısına, bir çocuk kahkasına ya da ocakta fokurdayan çaydanlıktan gelen sese, yaşamın sesine…
Doğa kendi içinde bir orkestradır. Bu orkestranın binlerce canlı ve cansız varlıkları birer müzik aleti, çıkardıkları kendilerine özgü sesler birer nota, bu uyum, ritim ve her bir melodi müziktir. Bu çok sesli orkestra var oluştan bu güne en güzel senfoniyi yaratmıştır.