Antalya’nın Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydın, “yalan söylemek”ten bir türlü vazgeçmiyor..
Dün bunu bir kez daha, üstelik onlarca bilim insanı ve uzmanın gözlerinin içine baka baka yaptı..
…
Biliyorsunuz..
Antalya önemli bir zirveye evsahipliği yapıyor..
Zirvenin konusu, (özetle) “güneş enerjisi”..
Ulusal Fotovoltaik Teknoloji Platformu (UFTP) tarafından periyodik olarak gerçekleştirilen “Solartr-2: Solar Electricity Conference & Exhibition” başlıklı uluslararası etkinliğin 2’ncisi dün başladı..
Uluslararası tanınmış uzmanların katıldığı toplantıya ABD, Almanya, İngiltere, Almanya, Fransa, İsrail, İtalya, Japonya, Mısır, İran, Belçika, İsviçre, Filistin gibi ülkelerden 40 ve Türkiye’den de 60 konuşmacı katılıyor..
Ve Mustafa Akaydın kürsüden başlıyor “üfürmeye”..
“Türkiye’de Antalya’nın güneş enerjisi, fotovoltaik kullanımında öncü bir şehir olması gerektiğini vizyon olarak ortaya koydum” diyor..
Oysa, seçim vaadlerinde, “Antalya halkı elektriği bedava kullanacak” demişti..
“Antalya’da güneş enerjisini vurgulama ve bir farkındalık yaratmak istedik, Güneşev’i yaptık” diyor..
Oysa, Güneşevi kendi elektriğini bile üretemediği için, şehir şebekesinden destek alıyor..
Fankındalık böyle mi yaratılır?
Bitmedi..
“Güneş enerjisiyle çalışan bir akıllı durak yaptık, yazın klimizasyonu da kışın ısınması da güneş enerjisiyle gerçekleşiyor” diyor..
Oysa, bu klimalı durakların hepsine “şehir elektrik şebekesi” bağlanmış durumda..
Çünkü, “güneş enerjisi” yetmiyor..
(Not: Bana inanmayan gidip o durakları inceleyebilir ve şehir şebekesinden döşenen elektrik kablolarını görebilir..)
…
Bu zirveye katılan o adamlar Antalya’ya yabancı ya..
Gidip, “o güneşevi ile güneş enerjisiyle çalışan duraklara bi bakalım, şehir şebekesine bağlanmış mı” diye araştırma yapmayacaklarını biliyor ya..
Akaydın Bey atıyor da atıyor..
Dinleyenler de, “vay be” diyor, “Antalya ne kadar da şanslı bir şehirmiş..”
Attı mı mangalda kül bırakmayan bu Başkan’ın, sadece kendilerine değil bütün Antalya halkına da yalan söylediğini nereden bilsinler?
Oysa..
Seçim kitapçığına bir bakabilseler ve yapılanları da bir görebilseler, anlayacaklar..
Yazık, bu Antalya’ya yazık..
Ve..
Pişkinliğin bu kadarına da pes..
…………………………………………
‘Biz profesörler’den bir pasaj..
Tam yerine denk gelmişken..
Şu yazıyı da “dikkatle” okumanızda büyük fayda var..
Prof. Dr. İlhan Arsel’in “Biz Profesörler” isimli kitabından (İnkılap Kitabevi, 3. Baskı, 1992) kısa bir bölüm bu..
…
“Bizim Profesörler..
Tıpkı kendilerinden öncekiler gibi.. Bilgisiz, bilinçsiz ve yetersiz yöntemleriyle her kötü gidişe daima seyirci.. Her haksızlığa daima omuz silkici.. Her haysiyetsizliğe daima boyun eğici bir zihniyetin temsilcileridir.
…
Gerçek aydın yetiştirmek şöyle dursun, fakat toplumumuzun yazgısına egemen sınıflarla birlikte sömürü düzenini sürdürmeyi daima doğal bilmişlerdir.
…
Gün görmüşlüklerine..
Genellikle yabancı diyarlardan diploma edinmişliklerine rağmen..
Çoğunluk itibariyle orta çağ kafasını terk edememiş, ulusal benlik nedir öğrenememişlerdir..
…
Ülkemizin yüzyıllar boyu hiç bitmeyen, giderek büyüyen geriliklerine.. Çilelerine akılcı bir çare bulmayı becerememiş, sürüklendiğimiz felaketi görememişlerdir..
…
Oysa..
Onlara bunu artık öğretecek ve gösterecek bir ders gerek..
Suçluluklarını belirtecek bir kötek gerek..
Kısacası..
Tam bir şok tedavisi gerek..
İçlerinde hiç kuşkusuz pek iyileri olmakla beraber çoğu yetersizdir..
Dahası..
Orta çağ üniversitelerinde hademelik yapamayacak kertede kimselerdir..”
…
“Hoca”nın peşinden gidenler..
Haydi bir daha (hatta birkaç defa) okuyun bu yazıyı..