Arılarla ilk kez 1972 yılında 19 yaşındayken, ilkokul öğretmeni olarak atandığım Ahlat’ın Gölgören köyünde tanıştım.
Süphan Dağının eteklerinde, krater ağzında oluşmuş Nazik Gölüne baktığından bu isim verilmiş köye.
Asıl adı “Hıyatank’tı” yani Ermeni köyüymüş zamanında…
Köyün bağlı olduğu Ovakışla Nahiyesinin de asıl adı “Purhus’tu”
Gölün çevresindeki 7 köyün tamamı 1915 tehcirine kadar Ermeni yerleşim bölgesiymiş.
Ermenilerin terk etmek zorunda kaldığı Nazik Gölü havzası, o coğrafyadaki diğer havzalar gibi birlikte yaşadıkları Kürtlerin yerleşim alanı haline gelmiş.
Ermenilerin yaşadığı dönemlerde bu havzada ülkenin en kaliteli balları elde edilirmiş…
Gölün yakın çevresindeki dar alan dışında tarıma uygun arazi olmadığından en önemli geçim kaynağı arıcılıkmış…
Ancak Ermenilerden sonra arıcılık işide sarpa sarmış ve köyde bir tek Bişar Ağa adındaki köylü arıcılık yapıyordu ben köye öğretmen olarak gittiğimde.
Bişar Ağa müthiş bir adamdı.
Gübre ve çamur karışımı silindir biçimindeki kovanlara birlikte giderdik.
Arılar bana saldırırken o, çıplak elle kovanın arkasından elini sokar, bal peteklerini çıkarırdı.
Arılar ile ilgili tüm bilgileri ondan öğrendim…
Sonrasında uzunca yıllar arılardan uzak kaldım.
Ta ki birkaç yıl önce emekli olmuş Beko’nun Antalya Bölge Müdürlüğünü yapan sevgili dostum “Edip Birson’un” arılara bu kadar merakın var, neden birkaç kovan alıp arıcılık yapmıyorsun demesi üzerine bende başladım amatör arıcılık yapmaya…
Arılardan doğal bal almak elbette önemli ama daha önemlisi kovanı açtığınızda karşı karşıya kaldığınız arıların dünyasıdır.
Sizi adeta için çeker.
Müthiş bir deryadır kovanın içi, bitmeyen bir derya…
O küçücük arı; bedeninden bal, arı sütü, polen, propolis, mum, zehir taşımakla kalmıyor, doğayı ve bitkileri de dölleyerek adeta yaşamın döngüsünü sağlıyor…
Onların dünyasında şahit olduğum müthiş ders ve olaylar vardır.
Bir kere tembele ve tembelliğe asla prim vermezler.
Herkes gününe ve yaşına göre çalışır ve bir işçi arı kırk beş günlük ömrünü çalışarak tamamlar, öleceği an, kovandan uzaklaşır, en uzak mesafeye gider ve toprağa düşer
Şaşırtıcı olan başka bir durumları daha vardır.
Bazen kovan içinde müthiş bir iç savaş yaşarlar.
Kavga epey sürer ve bittiğinde kovanın içindeki arıların en az üçte biri ölür, ki bunlar genellikle safra diyebileceğimiz sağlıksız arılardır..
Geriye kalanlar, ölenleri kovan dışına atarlar ve kaldıkları yerden tekrar hızlı bir çalışma temposunda girerler, ki bu dönem kovan en verimli dönemi olur…
Ama bazende tersi olur, iç savaş sonrası sağlıklı arılar kaybeder ve safra arılar üretemez, haliyle kovan söner, gider
Ez cümle içinizdeki çarık, çürük, yağmacı, gammazcıları temizlemediğiniz sürece yaşama tutunma şansınız yoktur ve hiç bir zaman rezillikten ve rezaletten kurtulamazsınız…
Arıların bu dünyasını alın Türkiye siyasetine yapıştırın.
Ne kadar benzeşiyor değil mi, arıların dünyası ile siyaset dünyası…
En çok da şu son günlerdeki CHP’ye…
Bir taraftan iç ihanet; bir taraftan tescilli gammazcılara ve ırkçılara açılan kucaklar…
Haa… göstergeler DEM kovanında da yakında bir iç savaş çıkacağı yönünde…
Bakalım, her iki partide de safralar mı, safraları dışarı atanlar mı süreci sürükleyecek, göreceğiz….