2010 yılı ilkbaharında –genellikle- Deniz Baykal’ın “kaset olayı”nı yazmışız..

O dönemde Antalya’da bir “Akaydın felaketi” vardı hatırlarsanız..

Bu nedenle, 13 Mayıs 2010’da, “Baykal’a takıldık, Antalya’ya bir türlü dönemedik” diye eleştiri almışız..

Bu eleştiri üzerine şunu demişim:

“Durun bakalım.. Baykal olayı henüz deşilmedi daha.. Şimdilik istifa ve geri dönme senaryoları oynanıyor.. İşin bir de ‘aşk-ı memnu’ tarafı var.. Sıra oraya geliyor yavaş yavaş..”

Sonraki gelişmeleri biliyorsunuz..

“Başkanlık istemiyorum” diyen Kemal Kılıçdaroğlu, ertesi günü, “istemiyorum, ama yan cebime koyun” deyip, Baykal’ın yerini aldı..

KASET NİYE GÜNDEMDE

Son günlerde Baykal’ın bu “kaset olayı” yeniden gündemde tutulmaya çalışılıyor..

Amaçları;

1- Recep Tayyip Erdoğan’ı ters köşeye yatırmak..

2- “Baykal’ın kaset olayını Erdoğan biliyordu, izledi ve bu kasetin kamuoyuna yansıması onun bilgisi dahilinde oldu” deyip, Erdoğan’a karşı bir tepki, bir nefret uyandırmak..

3- Kılıçdaroğlu’yla ilgili “genel başkanlık tartışmalarını” ötelemek..

 Bunlar olurken, “siyasi ahlak buharlaştı mı” diye sorsam, ne cevap verirsiniz?

O GÜNLERİ HATIRLAYIN

En başa dönelim..

Kimilerine göre; “Baykal'ın istifa ederken ‘kaset’in sorumlusu olarak iktidarı göstermesi, bir çeşit kriz yönetimi”..

Kimilerine göre de; “Baykal'ın bu kasetin gerçek olup olmadığını gündeme getirmeden olayı bir iktidar-muhalefet gerginliğinin konusu haline getirmesi doğrudan bir kriz üretimi”..

Yani..

Baykal, hatta Baytok, “bu kaset gerçektir” veya “gerçek değildir” demedi..

Sadece “komplo” üzerinde duruldu..

Ve..

Bir “kriz” çıkartılarak Baykal’ın da, CHP’nin de bundan bir “siyasi çıkar” sağlanması hedeflendi..

Bu arada..

Büyük bir “metanet” içinde davranmaya çalışan Olcay Hanım ile Can Bey’in neler hissettiği kimsenin umurunda olmadı..

BU SORULAR ŞART OLDU

Bugünlerde bu “kaset” olayı yeniden ısıtılıp ortaya getirilince..

Gelişmeler ışığında bizim de hem Baykal’a, hem de Kılıçdaroğlu’na “bazı sorular sorma” hakkımız doğdu..

Bugün “bu hakkımı” kullanacağım..

Önce Baykal’ın söylediklerini hatırlayalım..

Bir gazetecinin, “size göre komploda cemaat parmağı var mı” sorusu üzerine Baykal şunları söylüyor:

“O günkü yüksek siyasi iradenin talimatı, onayı, kararı olmadan böyle bir iş yapılamaz.. Cemaat demekle olmuyor.. Bu konuyu aydınlatacak iki isim vardır; biri zamanın Başbakanıdır, biri de Sayın Kılıçdaroğlu’dur.. Çünkü o, Başbakan’ın o kaseti seyrederken görüntüsünü izlediğini söyledi..”

Bu söz üzerine hemen sorulması gereken soru şudur:

1- “O günkü yüksek siyasi iradenin talimatı, onayı, kararı olmadan böyle bir iş (kaset) yapılmaz” ise, 17-25 Aralık girişimine hangi yüksek irade karar verdi?

2- 7 Şubat baskınına (MİT krizi) hangi yüksek irade karar verdi?

3- İçinde ‘Dönemin Başbakanı’ ifadesinin geçtiği polis fezlekesine hangi yüksek irade karar verdi?

Peki, Kılıçdaroğlu ne diyordu?

“Ben gözlerimle gördüm, Erdoğan’ın bir değil, birden fazla kaseti izlediğini gördüm.. Kendisine o kasetleri servis edenler, aynı zamanda Erdoğan’ı da videoya alıyor.. Bana böyle bir kaset olduğunu söylediler, getirdiler, önüme koydular, ben de izledim..”

(Not: Kılıçdaroğlu’nun izlediğini söylediği kasette, Erdoğan’ın bir bilgisayar monitörüne bakarken görüntüsü var, ama ne seyrettiği belli değil)

O’na da şu soruları soralım;

1- Bu “görüntüleri getirenler” kim? Bu isimleri niye açıklamıyorsun?

2- Kaset komplosunun failleriyle irtibatlı olduğu belli bu kişileri niye korumaya çalışıyorsun?

3- Normal olarak bu yapılanlar bir “suç” olduğu halde, neden bu kişiler hakkında suç duyurusunda bulunmuyorsun?

CEVAP BORCUNUZ VAR

Baykal’a sorduğum soruların da, Kılıçdaroğlu’na sorduğum soruların da cevabını belki çoğumuz biliyoruz..

Ama..

Ben bu cevapları bizzat kendilerinden duymak istiyorum..

Çünkü, her ikisi de bu ülkeye bunu borçlular..

Eğer birazcık “siyasi ahlak” sahibi iseler, artık “kamuoyunu yanıltma” yolunu seçmezler..

Bence..

Siyasi ahlak da, en az “cinsel ahlak veya bireysel ahlak” kadar önemli ve değerli kavramdır..

Bu gelişmelerden sonra..

Baykal’ın da, Kılıçdaroğlu’nun da yaptıkları (ya da yapmadıkları) açıklamalar, “Türk milleti adına” Cumhuriyet savcılarını harekete geçirmeli..

Konu açıklığa kavuşmalı..

Ve artık bir “siyasi şantaj” olarak kullanılmamalıdır..

Haksız mıyım?