Yıl 2005..
Trafik, Balbey Mahallesi’nden gerek Sobacılar Çarşısı tarafına, gerekse sağdan yani, Dönerciler Çarşısı önünden Atatürk Caddesi istikametine doğru yoğun şekilde akıyor.
Dönerciler Çarşısı sapağına gelindiği an, trafik o yoğunluktan durmuş durumda ancak, sol taraftaki araç sürücüsü, sağında trafik yoğunluğundan durmakta olan otoyu arkadan öne doğru tamponuyla sürterek, çiziyor.
O tarihte tramvay yolu olmadığından, her iki araç sürücüsü el frenlerini çekip, hasarlı trafik kazasından dolayı araçlarından inip, trafik polisi çağırıyorlar.
Polis ekibi geliyor. Ehliyet ve ruhsatlar takdim ediliyor. Aracında hasar oluşan delikanlıya evraklar verilip, “Fotokopi çektir gel” deniyor.
Tutanaklar tutulup, trafik polisleri kaza raporu hazırlıyor. Fotokopiye gidip gelen mağdur genç geri döndüğünde kendisine trafik raporu takdim ediliyor.
Bir de ne görsün, mağdur durumdan, suçlu konumuna düşürülmemiş mi?
Aracı bir başka araç tarafından kazaya uğratılıp, hasar oluşan kişi, tutulan rapora göre 8’de 2 kusurlu!..
Şaşkınlık içerisinde trafik polisine, “Bu nedir. Ben durmakta olduğum esnada, beyefendinin kullandığı araç geldi bana çarptı ve arkadan öne doğru aracımda maddi hasarlı kazaya neden oldu” dediyse de.,
“Derdini araçtaki amire anlat” cevabı alır.
Ona da aynı şeyleri söyler ama nafile.
Aracına çarpan sürücünün yanına gidip, “Doğruyu söylesene. Ben fotokopi çekmeye gittiğimde ne anlattın da beni suçlu konumuna düşürtüyorsun” diye çıkışır.
Ne cevap aldı dersiniz?
“Ben ikinci sınıf insanlarla muhatap olmuyorum.”
“Benim ülkemde bu hitap, benim ülkem insanını katil bile eder” açılımını yapsam, abartmış mı olurum?
“Neden yan baktın” denilerek bıçakların çekildiği, silahlara sarılındığı Türkiye’de, “İkinci sınıf” tanımlaması, bence ağır hakaret ve hafifletici sebep bile sayılır.
Yanılıyor muyum ki?
Genç adam, yanında eşi olduğu halde kendisini resmen küçümseyen bir tavır takınan muhterem sürücüye sert bir çıkış yapar ve yumruğunu havaya kaldırdığı an, trafik polisi elini tutup, “Sakın düşündüğünü yapma, seni ben bile kurtaramam” telkininde bulunur.
Dayanamaz ağzına ne geliyorsa sayar ve çaresizlik içerisinde oradan ayrılır.
Sonradan öğrenir ki, ehliyet-ruhsat fotokopisi çektirmeye gittiğinde, suçlu konumundaki sürücü, eşiyle birlikte trafik ekibinin yanına gider, kendisini tanıtır, cebinden bir kartvizit çıkartır polislere verir.
Eminim sürücünün kimliğini çok merak ettiniz.
Sıkı duruyor musunuz?
O dönem Akdeniz Üniversitesi Rektörü olan, bugünkü Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydın.
Mağdur genç de kendi aracına çarpan kişinin rektör olduğunu sonradan öğrenir.
Olayı tekrar beyninizde canlandırdığınızda inanmadınız değil mi?
Böyle bir olay olmuş olsa bile, “İkinci sınıf insanlarla muhatap olmuyorum” hitabına inanasınız bile gelmiyordur.
Bende bile böyle bir gelişme oldu da..
Dün sabah saatlerinde eski sanayi çarşısına gittim. Yakın bir dostuma uğrayıp, simit-çay yaptık. Belli bir süre sonra, “Bi sakal tıraşı olmaya gitmeliyim, sende gelir misin” dedi. Sabah bende tıraş olmadan evden çıkmıştım, “Geliyorum” deyip sanayi içerisindeki berbere gittik.
Berber koltuğunda yerel yöneticiler ile ilgili konu açıldı. Beni tıraş eden usta, yanında kalfa olarak çalışan kişinin yukarıda okuduğunuz olayı bizzat yaşadığını anlatmaz mı?
Dedim ya hakikaten öyle bir gelişmeye inanamadım.
Kaza-maza neyse de, “İkinci sınıf insanlarla muhatap olmuyorum” cümlesi hakikaten Mustafa Akaydın’ın telaffuzu, olabilir miydi ki?
Olayın 6-7 yıl önceki muhatabının cep telefonunu eski ustasından aldım ve kendisini aradım.
Sanki bugün aynı olayı yaşıyormuşçasına ustasının bana anlattıklarının aynısını direkt ağızdan, telefondan dinledim.
Ve o an kendi kendime sordum;
“Acaba ben Akaydın’ın gözünde kaçıncı sınıf insanım ki?”
Kendimi geçtim.,
Akaydın hangi sınıf insanların oylarıyla seçilip, bu kente Büyükşehir Belediye Başkanı oldu?