Son yıllarda siyasi romanlarını baştan ayağa tekrar okuyorum ve kararım kat’idir; evet, Türkiye solculuğu Kemal Tahir’i ebediyen lanetlemekte yerden göğe kadar haklıdır! Nasıl lanetlemesin; bu adam, “yeni düzenin” bu toprakların kadim kültürüne yabancı olduğunu görmüş ve bunu da o enfes romanlarında ve cesur bir dille ilan etmiş haldedir.  Esir Şehrin İnsanları ile başlayan roman dörtlemesine, Esir Şehrin Mahpusu, Kurt Kanunu ve nihayet Yol Ayrımı ile son noktayı koymuş durumdadır.
     “Yol ayrımı” ne zaman?
Hâlâ cevap aradığım sorularımdan birisidir; yeni rejimin “Müslüman-Türk” kimliğini sistemin dışına itme, yani bu kesimle yollarını ayırma, kararı hangi güne rastlamaktadır? Kemal Tahir “yol ayrımı”nın 1930 olduğunu ima ediyor. Fakat ben, bu tarih yaprağının 1926 yılı olabileceğini kuvvetle muhtemel görüyorum. 1926 yılında ve herhalde Gazi Paşa’ya suikast davalarının karara bağlandığı günlerde, bu büyük kararın da verildiğine hükmetme eğilimindeyim, şimdilik bu soruya verebildiğim cevap bu minvaldedir. 
                  İsyan ve kurban!
Ve herhalde bu “yol ayrımının” final sahnesi 1930 yılında sahnelenmiştir ve Kemal Tahir’in romanının adı da, tam isabet diyebiliyorum, “Yol Ayrımı”dır. 1930 Ağustosu’nun ilk günleriydi, Gazi Paşa, Fethi Bey’e yeni bir parti kurması talimatını verdi. Parti, “Serbest Cumhuriyet Fırkası” adıyla kuruldu ve Fethi Bey ilk yurt gezisine Ege’den başlama kararı aldı. Daha doğru dürüst teşkilatlanmamış bir partiye gösterilen ilgi kelimenin tam anlamıyla muhteşemdi! Heyet 4 Eylül günü İzmir’e ulaştı. Herhalde bütün İzmir ve Ege halkı, çığlıklar, feryatlar ve bağrışmalar eşliğinde meydana, Fethi Bey’i kucaklamaya, koşuyordu! Herkes şaşkındı. Güvenlik güçleri kalabalığı dağıtmak için silah kullanmak zorunda kaldılar ve 12 yaşında bir çocuk, bu kargaşada, kurşun yiyerek can verdi! Çocuğun babası Fethi Bey’in kaldığı otele gelerek, evladının cesedini Fethi Bey’in ayaklarına doğru yuvarladı ve; “oğlum size kurban olsun, yeter ki bizi bu zulümden kurtarın!” diye bağırdı! Manzara gerçekten kan dondurucuydu!
Huzursuz Anadolu
Henüz Cumhuriyet kurulalı 7 yıl olmuştu ve halk, kelimenin tam anlamıyla, isyan etme noktasına gelmişti? Neydi milleti yeni rejimden ve Cumhuriyet Halk Partisi’nden bezdiren sebepler? Bu soruya elbette bazı cevaplar bulabiliriz, ama bir köşe yazısına sığdıramayız. Fakat işin gerçeği ve esası şudur ki, İzmir’den Erzurum’a, Bolu’dan Diyarbakır’a kadar tekmil Anadolu toprağı, yeni rejimin bir takım politikalarından, kararlarından ve uygulamalarından çok rahatsızdı. Bu gelişmelerden rahatsız olan bir başka isim daha vardı, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın bizzat kendisi! Olan bitene anlam veremiyordu, ama canı gerçekten çok sıkkındı. Nihayet çareyi  “Selbes Fırkayı” kapatmakta ve derhal bir yurt gezisine çıkmakta buldu. (Ama 1931’in ilk aylarında çıkacağı bu geziden de moralsiz dönecektir).  
            “Gönüllü esir”
Ve 1930’un Kasım’ından bu dünyaya veda ettiği 1938’in Kasım ayına kadar Mustafa Kemal Paşa’yı, hiçbir fotoğraf karesinde,  memnuniyetle gülümserken göremedik. Tamamen kendi içine ve kendi dünyasına kapanmıştı, demeye dilim varmıyor ama yine de söyleyeceğim; Çankaya’da ve Dolmabahçe’de bir nevi “gönüllü esir” dönemi yaşıyordu! Milletle rejimin yol ayrımında olduğunu görüyor, ama bu süreci tersine çevirecek, Cumhuriyet’i milletle buluşturacak bir hamle yapamıyordu! Kanser, siroz gibi ölümcü hastalıklar, işte böyle stresli dönemlerin mahsulüdür. 
Ez-cümle, 1930’ların başında milletle Cumhuriyet’in yolları ayrılmış oldu ve tam 70 yıl böyle geçti.