Ne çok şey istiyoruz şu hayattan. Bir avuç toprağa gideceğiz lafta ama gidene kadar hep bir yarış, hep dünya malına sahip olma, gördüğünü hemen alabilmeyi istemek gibi bir sürü amacımız var resmen. Düşünsene almak için yaşar hale geliyoruz. Almak için çalışmak demiyorum, almak için yaşamak diyorum. Öyle ya da böyle yaşıyoruz zaten. Tamam kendimizi sevelim, en iyisini isteyelim ama hedef haline gelince bu istekler problem başlıyor. Başlıyoruz sonra elimizdekini beğenmemeye kıymet bilmemeye.

Karşılaştığımda bu tarz düşünceler ile şunu düşündürmeye teşvik ediyorum; onlara ulaşmak için neler yaptın? Hangi yollardan geçtin? Ne kadar emek verdin? Zaten kendi çabasıyla elde ettiyse maddi manevi varlığını, silkeleniyor hatırladığında.

Bir de uzun uğraşlar yaşamadan, emek vermeden sahip olanlar var bazı şeylere. Onlara da önce sahip olduklarının ona ne anlam ifade ettiğini sorarak başlıyorum. Aldığım cevaplar ortalama aynı.

Biliyorum ki emek verilmeden sahip olunan sevgili de arkadaş da araba da bir zaman sonra anlamını yitiriyor. Daha iyisini istiyorsun. Her şeyin de mutlaka bir üst segmenti olduğuna göre nasıl yapacağız bu işi? Elbette kaybederek. Bırakacaksınız herkes kendi aklı ile yetinecek. Kimseye sahip olduğunun değerini anlatmak ile uğraşmayacaksınız. Evet tam da böyle uğraşmayacaksınız canlarım. Maalesef ki böyle bir döngü var. Deneyimlemeden tam olarak anlamıyoruz. Ne zaman ki kaybediyoruz başlıyoruz ahlara vahlara.

Dolapta bozulan meyveyi atarken yemediğine pişman olursun, özen göstermediğin araban bozulunca üzülürsün, sevmediğin eşin başkasını sevince yıkımı yaşarsın, okşamadığın çocuğun başını evlenince ararsın gibi... Listeye daha çoook ekleyebilirim.

Kişi kendi değerlerini oluşturmadı ise, sahip olduklarının kıymetini bilmiyor ise hiç bunun kavgasını vermeyin. Zorla bir şey kazandıramazsınız.

Hem bunu sürekli anlatmaya çalışacak kadar değersiz değilsiniz ki siz. Çok değerlisiniz. Sebep sonuç ilişkisini sonuç olmadan anlamıyorlar madem biz de bırakalım kendi hallerine.