Lisya’da En Eski Âbidat ve Lahidler:

Lisya’da kendi mimarisine mahsus âbidat/abideler mevcuttur. Bu âbidatın elân/şimdi ayakta duranlarından biri ‘Xsantus-Kınık’ da en mühim ve calibi nazar olanı ‘Harpi’ler ünvanlı âbidedir. Bu âbide kalenin içinde ve Eşen çayının sol sahiline yakın bir tepededir. Bu âbide dört köşe bir temel üzerinde bir medfen odasıyla bunun üst katında ‘Harpi’ler (esatirde, başları kadın, bedenleri kara kuş ve pençeleri yırtıcı üç perinin ismi) tasvir eden mahkûkât, kalenin ‘Harpag’ tarafından zaptından evvelki Lisyen tarzı mimarisinin en güzel bir numunesi olmak üzere meşhurdur. Burada görülen yüksek âbide 2.50 X 2.30 terbiinde/dörtgen ve tahminen 7 metre irtifaında/yğksekliğinde yekpâre olarak siyahımsı taştan yapılmıştır. Altındaki kaide geniş ve 1.30 metre irtifaındadır. Tâcı altında bulunup da tahminen bir metre irtifaındaki resimli mermerler 1828 de yüzbaşı ‘Bofor’un riyasetinde gelen heyet-i ilmiye tarafından sökülmüş ve İngiltere müzesine nakledilmiştir.

Buraya yakın bir dikili taşın dört tarafı Lis yazı ve lisanıyla yazılmış kitabelerle doludur. Bu kitabelerde bazı şehir isimleri ve bilhassa ‘Xantus’un Lisyenlerce ismi olan ‘Arina’ nâmı mahkûktur/kazınmıştır. İş bu dikili taş yekpâre ve pek muazzam bir kâdie üzerine oturtulmuş olup 3.50 metre irtifaındadır. Dört dılın/kenarın her biri 1.60 arzında olup dört tarafı sıkı ve ince yazılıdır. Her dıl’ında 59 zar satır mevcuttur. Taşın üst tarafı herhangi bir zalim eliyle kırılmış olduğundan daha ne kadar yüksek olduğu anlaşılmıyor. Bu âbidenin etrafında pek çok ebniye/bina harabeleri vardır. Bu tepenin şarkında ve daha yüksek olan tepenin şarka nazır cephesinde kayaya oyulmuş müteaddit Lisya mezarları ve münferit lahidleri vardır. Mezarların üst tarafında yüksek ve dört köşeli bir âbide daha vardır ki, tepesinde bulunan tâç, dört beyaz ve düz mermerlerle tutturulmuştur. Bu âbide üç adet yüksek merdivenli bir kaide üzerindedir. Diğer bütün eserler hep kale içinde olduğundan bu mevkiin asıl eski ‘Arina’ olduğu anlaşılıyor.

Aşağıdaki kısım Romalıların bina ettikleri ikinci şehirdir:

Prof. J. Garstang’ın verdiği mâlumata göre Arina eski Lisya dilinde menba manasını ifade eden bir kelimedir. Bu kelime bir sikke üzerinde eski şekliyle Arinna olarak görülmektedir ve Lisya harfleriyle yazılmış kitabe ihtiva eden buradaki obelisk yani dikili taş üzerinde dahi Arina olarak yazılmıştır. Lisya’nın garbında bulunan Tahtalı Dağı’na da Arinnaanda derlerdi.

Tepenin şark tarafına müteveccih kayalara oyulmuş görülen medfenler/mezarlar hep İrânî’lerden evvelki zamana aittir. Fakat lahidlerin üzerindeki şehir zaptı veya muharebe gibi mahkûkât İrânî’lerin küçük Asya’da bulundukları devre aittir. Ksantus şehrine evvelleri mahalli lisanla Arna, yanında akan nehir dahi Sirbe deniliyordu. Yunan mitolojisine göre Lito veyahut Latonun, Apolun ile Artemis’i doğurduktan sonra yanına birkaç kurt alarak burada yıkanmaya geldiğine inanılıyordu. Bu münasebetle Ksantus, Laton ve Apolun nâm ve şerefine iki mabet yükselmişti. Sarpedun nâmına yapılan üçüncü mabet de büyük bir ehemmiyeti haizdi. Bu şehirdeki eserler, ilk defa 1838 tarihlerinde Sharles Felovvuus tarafından tetkik edilmiş ve haiz-i kıymet olanların kâffesi söktürülerek Londra Müzesi’ne gönderilmiştir. Bilahare İngiltere hükümeti tarafından bir heyeti ilmiye buralara gönderilmişti ve böylece Lisya kıtası ilim âsâr-ı atika kadrosuna girmiş sayılır. Bundan sonra da birçok seyyahlar bu havalide tetkikatta bulunmuşlarsa da daha birçok tetkikata muhtaç olduğu şüphesizdir.

Lisya kabirleri, kayaların böğründe, yüzü ahşaptan narin bir bina manzarası arzeder. Direkleri taban kirişleri ve yuvarlak şekilde dallardan yapılan tavanlar tıpkı bu şekil takliden taşlar üzerine oyulmuş ve hakkedilmiştir. Lisya lahidleri yekpare taştan oyulmuş putperest mezarlarında yatak şeklinde yüksekçe birer duvara bitişik olmak üzere yapılmıştır. Üstündeki yazılar Yunan hurufatına benzer ve fakat mana itibariyle o dile hiç yaklaşmaz. Bu kitabelerin asıl ve esası hakkında hiçbir müverrih bir şey söylememiştir. Lisanlar ilmi mütehassısları bu dilin daha esası ve menşeinde ittifak etmemişlerdir. Lisi lisanı hangi devirde isitmalden sâkıt olduğu bugün dahi meçhuldür.

Zengin ormanları, çeşit çeşit elverişli ağaçlar ile bezenmiş dağları, muntazam koy ve körfezleri, sığınmaya yararlı yerler yüzünden buralardan müeaddit hükümetler gelmiş, göğe baş kaldıran saraylar, mâbetler, tiyatro ve kaleleriyle bu havalide medeniyetin en yüksek mevkiini ihraz etmişlerdi. Arama ilminin kazmasıyla kara topraktan ve karanlık örtüden silkilenerek sıyrıldığı gün buralarda birçok kafaları aydınlatacak, düşüncelere başka ve doğru bir yol verecektir. Garp illerde medeniyet izleri yok iken buralarda bir medeniyet kaynağı olduğu görülmektedir. Kınık’ta İngiliz heyeti hafriyat yaptığı gibi Viyana Üniversitesi arkeoloji profesörlerinden M. O. Bendrof tarafından istihsal olunan müsaade üzerine eski ismi Trisa olan Gölbaşı da 1881-1882 senelerinde arkeoloji mimarı M. Neimann ile mesai birliği yapılarak hafriyatta bugünkü arkeoloji âlemi için cidden pek mühim bir esas olan milattam evvel beşinci asra ait bir mezar âbidesi bulunmuştur ki, üzerindeki kabartmalar Lisyalıların karaya çıkmış bir ordu arasından meydan muharebesini tasvir etmektedir.

Bundan başka pişmiş topraktan vazolarla birçok heykel ve heykelcikler ile muhtelif tunç ve mermer eserler de bulunmuştur. Bulunan eserlerin üçte ikisi Abdülhamid tarafından Viyana Müzesi’ne hediye olunmuş, diğer eserler de müzeye gelmiştir. Mezar âbidesini teşkil eden kabartmalar, Tirsa kahramanları kabartması nâmıyla Viyana Müzesi’nde teşhir edilmektedir. (Antalya ve Evliya Çelebi, TürkAkdeniz Dergisi, 1943-1944, Sayı 29-30-31, syf. 16-18)