Çağdaşı, çağdışı olanı, ilericisi, gericisi, yobazı, aydını, doğuda, batıda, kuzeyde, güneyde yer alan bütün ülkelerde..
Gazete, dergi, bülten, internet, televizyon, radyo yayını yapılan her yerde..
Türkiye hariç, basın “özgür” değildir..
Niye Türkiye hariç?
ABD, İngiltere ve diğer Avrupa ile gelişmiş bütün ülkelerde “elinizde resmi bir belge” olmadan birine bir şey söylerseniz, yazarsanız, hatta ima dahi ederseniz, yandınız..
O an itibariyle yayın kuruluşunun varlığı veya kişinin meslek hayatı biter..
Çünkü, Türkiye dışındaki bütün ülkelerde basın ancak, “gücü elinde bulunduranların izin verdiği ölçüde” özgürdür..
Türkiye’de ise..
TV yayınlarını izleyin, gazete ve dergileri, internet gazetelerini, sosyal medyayı takip edin, “herkes herkese canının istediği gibi” sallıyor..
Salladıklarıyla da kalıyor..
Buna rağmen..
Hala 10 Ocak’ta, 24 Temmuz’da birileri çıkıyor, “basın özgürlüğü”nden ve “sansürün kaldırılışı”ndan falan söz edip, hoşa gidecek sözler söyleyerek bir çeşit siyasi rant elde etmeye çalışıyor..
Gariptir..
Benim meslektaşlarım da bunları hazır ol vaziyetinde dinliyor, izliyor..
Ben de bu “dejenerasyon”u acı acı gülümseyerek seyrediyorum..
…
Önce şunu söyleyeyim..
Özgürlüğü, “canının istediğini canının istediği gibi yapmak” olarak düşünüyor ve bunu talep ediyorsan, bu kabul edilebilir bir şey olamaz..
Çünkü..
Her insanın özgürlüğü, bir başkasının özgürlüğü ile sınırlanmak zorundadır..
Yani..
Özgürlük isterken bile “akılcı” olacaksınız..
İşte Batı bunu yapıyor..
Öyle kurallar getiriyorlar ki..
Basın dahil, milletvekilleri dahil, bu kurallara harfiyyen uyuyorlar, uymak zorundalar..
Uymadıkları zaman, “uydurtturuyorlar”..
Yasa herşeyin üstünde yer alıyor..
Siyasetçiler bile, birbirlerine laf söylerken, suçlarken, eleştirirken, elinde bunları kanıtlayacak bilgi ve belgenin olması gerekiyor..
Öyle bizdeki gibi, “ÖZGÜRCE” sallayamıyor..
Bundan cesaret alan Avrupalı siyasetçiler, şimdi “AB kuralları” ile vatandaşları ve basını adeta köleleştirmeye başladılar..
Bu nedenle..
Türkiye’de hala “özgürlük istiyoruz” diye bağırıp-çağıranlar, ellerindekinin kıymetini iyi bilsinler derim..
…
Dünyada “basın”ın manzarası şu:
Özellikle ABD’de, gazeteciler Pentagon’un gözaltındadır..
Gazeteciler daha okuldayken ve mesleğe başlarken, önce “ulusal çıkar” konusunda, aralarında gizli servislerin de ders verdiği değişik eğitimlerden geçerler..
Pentagon, “gücü elinde bulunduranların” canını sıkacak bir haber veya yorum yapıldığında, “ulusal çıkar”ı öne sürer ve gazetecileri “her konuda” rahatça susturur..
Kimse buna karşı duramaz..
AB’de ise, “Avropolis” diye bir sistem kurulmuştur..
Bu defa “AB’de gücü elinde bulunduranlar”ın hoşuna gitmeyen eleştirileri yapanlar “Avropolis” yani AB polisi tarafından sorgusuz-sualsiz “susturulabiliyorlar”..
Bunu, araştırmacı-yazar Yılmaz Dikbaş, “AB-Tabuta Çakılan Son Çivi” isimli kitabında “belgeleriyle” anlatıyor..
Yabancı gazetecilerin bizden tek fazlası, “iyi bir gelire sahip olmaları” ve “geleceklerinin garanti altında olması”..
…
Bizdeki “tutuklu gazeteciler”e gelince..
Bazı siyasi partiler, iktidar partilerine karşı bunu 60 yıldır kullanıyorlar..
“Özgür basın” isteyen partilerin hepsi, iktidara geldiklerinde de o özgürlüğü basına asla vermiyorlar..
Son 60 yıldır bu yönde çıkarılan yasaların hepsine bakın, “basın özgürlüğü” adına konulmuş bir tek madde göremezsiniz..
Böyle olunca..
Türkiye’de basın, maalesef “kendi özgürlük alanını” kendisi yaratıyor..
Ama bunu, “olumlu” anlamda kullanmıyor..
Şu anda ülkemizdeki tutuklu gazetecilerin yüzde 90’ı ise, “gazetecilik dışı faaliyetleri” nedeniyle tutuklu durumdalar..
…
Türkiye’de bütün bunlar ortada iken..
Gazetecilerin gelecek garantisi yok iken..
Hakkını savunacak bir sendikası bile bulunmuyor iken..
Yüzde 90’ı açlık sınırında dünyanın en zor mesleğini icra ediyor iken..
Patronlarıyla meslekleri arasında sıkışmış iken..
Basında çalışanların bayramı mı olurmuş?
Neymiş?
102 yıl önce, basından sansür kaldırılmış(mış)..
“Vay vay vay.. manzaraya bak..”