Bu yazının yazıldığı saatlerde “1 Ekim Dünya Yaşlılar Günü” kutlamaları yapılıyordu..

Kimi “tekne gezisi” yaptırdı, kimi yemek yedirdi, kimi de hediyeler verdi..

Bu arada “yaşlılara” dudak bükerek bakanları gördüm..

Yaşlılara karşı “sabırsızlık” gösterenleri de..

Sanki hiç “yaşlanmayacaklarmış” gibiydiler..

Ve..

Böylece bir “Yaşlılar Günü” daha kutlanmış(!) oldu..

Ben bugün yaşlılarla ilgili “edebiyat yapmak” istemiyorum..

Bunun yerine “yaşlı” bir baba ile “yaşlanacak” bir oğul arasında geçenleri anlatacağım..

İyice bir okuyun..

Hepiniz, kendinizden bir parça bulacaksınız..

 

……………………

 

80'ine merdiven dayamış yaşlı baba, kendisini ziyarete gelen 45 yaşında ve saygın bir işi olan oğlu salonda oturuyorlardı..

Hal-hatırdan, çoluk-çocuktan, havadan-sudan sohbet ettikten sonra oğul susmuş, ayrılmanın sinyalini vermişti..

O anda..

Üzerinde oturdukları sedirin yanındaki pencerenin pervazına bir karga kondu..

Yaşlı baba kargaya gülümseyerek biraz baktıktan sonra oğluna sordu:

“Bu ne oğlum?”

Oğlu şaşkın, cevapladı:

“Bir karga baba..”

Yaşlı baba kargaya biraz daha baktıktan sonra yine sordu:

“Bu ne oğlum?”

Oğlu daha da şaşkın, yine cevapladı:

“Baba, o bir karga..”

Karga hâlâ pervazda..

Komik hareketlerle başını sağa sola çeviriyor, başını yan yatırıyor, havaya bakıyor, sonra başını yine onlara çeviriyordu..

Yaşlı baba üçüncü defa sordu:

“Bu ne oğlum?”

Oğlunun şaşkınlığı sabırsızlığa dönmüştü..

“O bir karga baba.. Üç oldu soruyorsun.. Beni işitmiyor musun?”

Yaşlı baba dördüncü defa da sorunca oğlunun sabrı taştı..

Ve sesini yükseltti:

“Baba bunu neden yapıyorsun? Tam dört defadır onun ne olduğunu soruyorsun, sana cevap veriyorum ve sen hâlâ sormaya devam ediyorsun.. Sabrımı mı deniyorsun?”

Baba, -yüzünde hâlâ bir gülümseme- yerinden kalktı, içeri odaya gitti..

Elinde bir defterle döndü..

Bu bir hâtıra defteriydi..

Oturdu, sayfalarını karıştırdı ve aradığını buldu..

Sevgiyle gülümsemeye devam ederek sayfası açık bir vaziyette defteri oğluna uzattı..

Ve o sayfayı okumasını söyledi..

Şöyle yazıyordu:

“Bugün 3 yaşındaki minik yavrumla salondaki sedirde otururken yanıbaşımızdaki pencerenin pervazına bir karga kondu..

Oğlum tam 23 defa onun ne olduğunu sordu..

23 soruşunda da ona sevgiyle sarılarak, onun bir karga olduğunu söyledim..

Rahatsız olmak mı?

Hayır!

Onun sorusunu masumca tekrar edişi içimi sevgiyle doldurdu..”

 

……………………

 

Kıssadan hisse..

İhtiraslarımız, benciliklerimiz, maddeciliğimiz benliğimizi öylesine esir aldı ki..

Mutluluğun en temel unsuru olan..

“Sevgi”yi galiba unuttuk..