Ülke olarak koronavirüs ile çok başaralı mücadele veriyoruz. Diğer ülkeler gibi hataya düşmedik ve zamanında alınan önlemler sayesinde bugünlere geldik. Tüm dünya ülkeleri bize  gıpta  ile bakıyor. Toplum olarak evde kalarak, virüsün yayılımını kontrol altına aldık. Bunu hep birlikte başardık ve artık sona yaklaştık. Bu yıl ilk kez Ramazan Bayramı’nda evlerimizde olacağız, buruk bir bayram yaşayacağız fakat virüsün yayılımını hep birlikte daha da yavaşlatmış olacağız. Bayram sonrası kontrollü bir hayat bizi bekliyor. Yaşadığım eski bayramlar nasıldı anlatayım buyurunuz. Herkes eski bayramlardan bahseder, hani nerede o eski bayramlar diye. Ah nerede o eski bayramlar artık yok oldu. Değerlerimizi birer birer kaybettik. Belki de büyüdük, büyüdükçe hissizleştik. Aslında hissizleşmek değil de belki de değiştik. O eskileri düşünüp düşünüp, hüzünlendik. Hüzünlendik evet, hem de eskileri yad ederek duygusallaştık, yeri geldi gözlerimizden bir kaç damla tuzlu yaş süzüldü yanaklarımızdan aşağıya. Evde bayram temizliği yapılır, bol fındıklı baklavalar açılır, börekler pişirilirdi. Misafirler için misafir odası açılırdı. Bir hafta önce alınan bayramlıkları giymek için arefeden, sabahın olmasını iple çektik, hatta gece anne babamız görmeden, deneme amaçlı, o tertemiz, yepisyeni, mis gibi kokan elbiselerimizi, gömleklerimizi, gısgıcır ayakkabılarımızı giyer ve hızlıca çıkarırdık. Uykusuz gecenin ardından, sabah olurdu. Gözler biraz şişkin, biraz yorgun ama heyecanlıydık. Elimizi yüzümüzü yıkadıktan sonra, mis gibi kokularımızı sürer, normal kıyafetlerimiz ile evin en yakınındaki camiye giderdik. Camiye giderken de temkinliydik, acaba dolu mu? Acaba bu soğuk günlerde dışarıda mı kılacağız namazı diye, bizim çocukluğumuzda bayramlar soğuktu, yağmurlu ama bir o kadar da samimiydi. Bayramlarda her namaz kılınışında sağa sola bakar, acaba doğru mu kılıyorum diye kendimize sorardık, aman yanlış kılarsak da gülmezler bize diye kendimizi avuturduk. Önce amcalar rükuya gider, sonra birlikte secdeye varırdık. İki rekatlık namazın ardından, hutbenin bir an önce bitmesini beklerdik. Ne de olsa evde yeni kıyafetlerimiz bizi beklerdi. Hutbe biter, mahalle sakinleri ile caminin içinde bayramlaşma başlardı. En yakınında olan baban, sonra diğer komşular, amcalar, dayılar, dedeler derken bayramlaşma uzar giderdi. Samimiyet vardı. Eve gelir anamızın eli öpülür, sonra hemen odana gider, yeni kıyafetler giyilirdi. Ailecek bir kahvaltının ardında, köy yolları gözükürdü sana. Cep telefonu yoktu, özel araba yoktu, teknoloji yoktu, ama çocukluk vardı. İçinde bir heyecan vardı. Mahalleli teyzeleri hızlıca ev ev gezer, eller öpülür, şekerler, çikolatalar, harçlıklar toplanırdı. Çikolata ikram eden evler, diğer arkadaşlara da haber verilirdi. Eh onların da bundan nemalanması gerekirdi. İkram edilen çikolatalar, şekerler kaliteli ise ‘Teyze, bir tane da arkadaşıma alabilir miyim?’ denir ve fazlasıyla alınırdı. Çocuktuk, hiç bir şeyi görmezdi gözünüz, pembe rüyalarımız vardı sadece. Tertemiz elbiselerimiz, gısgıcır ayakkabılarımız, ha bir de umutlarımız vardı. Güzel günlerdi, mutluyduk, huzurluyduk, heyecanlıydık. Birbirimize bağlılığımız vardı, örflerimiz, adetlerimiz vardı. Çocuk kalplerimiz vardı, ya şimdiki bayramlar. Büyüdük, kimine göre adam olduk, kimine göre çocuk kaldık. Ama her bayram zamanı hüzünlenmeye başladık. Olgunlaştık, ama çocukluğumuzu asla kaybetmedik. İçimizdeki çocuğu her zaman dışarı çıkarmak ümidiyle. İçinizdeki çocuğa iyi bakın ve onu mutlaka her fırsatta dışarı çıkartın. Hüzünlenin, ağlayın, hatta zırlayın, ama asla benliğinizi unutmayın.