O nesil, Osmanlı’da 1870’lerde ve 80’lerde doğan çocuklar, olağanüstü şartların içine doğdular. Hem dünyanın hem de doğdukları toprakların şartları onları ister istemez memleket meselelerine “ölümüne” kafa yormaya mecbur kıldı. Tarih ve coğrafya savruluyordu ve bu “savrulmaya” karşılık reçete arıyorlardı. Ve işte bu arayışın sonucudur ki, bu tarihi süreçte, önce Osmanlıcılık, devamında İslamcılık ve akabinde de Türkçülük fikri ortaya atıldı, tartışıldı. Bu kavramların hepsi de dönemin aydınlarının geliştirdiği “kurtuluş reçeteleri” idi, ama hiç birisi ne yazık ki, imparatorluğu kurtarmaya yetmedi.

                                       Bir yeni reçete; Türkçülük

            Akçuraoğlu Yusuf Bey, bu “kurtuluş reçetesi” yazma geleneğine “Türkçülük” maddesinden dahil oldu. Aslında bu tartışma yıllar önce bizim ünlü şairimiz Nazım Hikmet’in dedesi Mustafa Celalettin Paşa eliyle bir hayli gün yüzüne çıkmış durumdaydı. Lakin Akçuraoğlu Yusuf Bey’in 1904 yılında kaleme aldığı Üç Tarz-ı Siyaset başlıklı uzun makale, “Türkçülük” reçetesinin bir nevi manifestosu niteliğine büründü. Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk elli yılında uygulanan devlet ideolojisinin Yusuf Akçura’nın tezleri üzerine şekillendiğini söylersem, “üç tarz-ı siyaset” nam makalenin gücünü ve etkisini herhalde daha iyi anlatmış olurum. 

                                    CHP’de de “üç tarz-ı siyaset”!?

Şimdilerde bizim CHP Antalya teşkilatında da “üç tarz-ı siyaset” anlayışının hayata geçmekte olduğunu mahalli gazetelerde ayrıntısıyla okuyoruz, izliyoruz. Anlıyoruz ki CHP Antalya’da üç ayrı ekip, üç ayrı tarz üzerinden siyasete müdahale etme gayreti içindedir. Ancak bu “üç tarz-ı siyaset”, Akçuraoğlu Yusuf Bey’in önermesine pek benzemiyor. Yani bir memleket kurtarma arayışı veyahut reçetesi olma gayesi taşımıyor. Peki o halde neyi hedefliyor, kısaca bu soruya yanıt bulmaya çalışalım.

                                               Üç ekip, üç tarz-ı siyaset!

            Yine basından okuyoruz ki ekiplerden birisinin başını önceki Genel Başkan Deniz Baykal çekiyor ve bazı vekiller ve siyasi aktörler onunla birlikte hareket ediyor. Kuşkusuz güçlü bir ekip ve partinin merkez-i umumisi bu gücü yok sayacak gibi görünmüyor. Bir başka tarz geliştirmeye çalışan ekibin başında ise eski belediye reisi Mustafa Akaydın Hocaefendi var. Siyasi tabanı en zayıf ekip bu görünüyor. 30 Mart’ta bütün kredisini tüketti aslında. Ama Pensilvanya ile olan ilişkisi ve Pensilvanya’nın CHP Genel Merkezindeki gücü sayesinde Antalya’dan veya başka bir şehirden mebus yapılabilir, sürpriz olmaz.

                                           Sarıgül-Kök-Uysal ekibi

            Bir başka tarz-ı siyaset arayışı Devrim Kök-Ümit Uysal cenahında gözleniyor. En büyük destekçileri Mustafa Sarıgül’ün çare olmadığının anlaşılmış olması kuşkusuz bu ikilinin de elini zayıflattı. Lakin Muratpaşa Belediyesi’nin konumu ve imkanları, bu ikilinin siyasette güç odağı olarak algılanması için yeterli olur. Ama Deniz Baykal bu ekip tarafından ve bunca gayrete rağmen bir türlü “bitirilemediği” için, yakışıklı ve eski il başkanı Devrim Kök’ün, -ön seçim yapılacak olsa bile- bu dönem işi çok zor, inşallah 2019 seçimlerine…

                                    Patron nereye koşuyor?

Görüldüğü gibi CHP Antalya teşkilatında “üç tarz-ı siyaset” oyunu bütün hızıyla yol almış gidiyor! Lakin dikkatimi çeken bir noktayı da paylaşmadan bitirmeyelim; Çetin Osman Budak Beyefendi’nin derdi nedir? Aslında soruyu belki de şöyle sormalıydım; CHP yoksa iktidara geliyor da bizim mi haberimiz yok?! Bu soruyu genel başkan Kılıçdaroğlu bile “elbette ki hayır” diye cevaplarken, koskoca patronlar kulübü ATSO’nun Başkanı ve dahi TOBB Başkan vekili ve dahi Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun en yakın adamı konumundaki bir patron, “ebediyen muhalif” bir partiden mebus olmak için niçin yollara düşmüş olabilir?  Bu “zor” soruya elbette kolay bir cevabımız var, ama inşallah başka bir yazıda. Biz şimdi burada duralım ve CHP Antalya teşkilatında yaşanan “üç tarz-ı siyaset” oyununu izlemeye devam edelim.