Bir gün ofiste oturuyorum. Kapıdan giren bir vatandaş, kendisini karşılayan görevli arkadaşımıza, “Müdür beyle görüşeceğim” der.
Arkadaşımız, “Sizinle görüşmek isteyen birisi var” deyip, adamı yanıma alıp getirdi.
Buyur ettim.
50’li yaşlarda, saçı sakalı bir birine karışmış, belli ki bir derdi vardı.
Oturur, oturmaz, “Müdü bey. (Müdür deyemiyor, Müdü diyordu) Benim mekanım yıllardır sizin şu köşedir. İşim hamallık. Günlük iş çıkarsa o gün ekmeği eve götürebildik. Çıkmazsa düşünün artık o günümüzün nasıl geçtiğini” sözlerini makineli tüfek gibi sıralayıverdi.
“Dur hele bir dur. Nefeslen. Ne içersin” diye sorduktan sonra, “Sen ne düşünceyle buraya geldin onu bir de.”
“Ben 13 yıl önce Adana’dan buraya geldim. Esas Hakkariliyim. 1 kız 2 erkek 3 çocuğum var. Kızı evlendirdik. Damat Adana’da karıştığı bir olaydan dolayı 4 yıldır hapiste. Kıza da ben bakıyorum. İki göz odalı evde güç bela yaşamaya çalışıyoruz. Ben az olsun ama öz olsun bir iş umuduyla yanınıza geldim” demez mi?
Çayını, soğuk suyunu içirdim. İki de sigara ikram ettim.
Ve.
“Bak kardeşim. Bizde senin yapabileceğin bir iş yok, bu bir. İkincisi kime ne söyleyebilirim onu da bilemiyorum. Ama sana bir yol gösterebilirim. 29 Mart yerel seçimleri öncesi Antalya Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazanan Mustafa Akaydın 100 bin kişiye iş sözü vermişti. Geçenlerde kendisi açıklama yaptı istihdam sağladığı kişi sayısı şu günlerde sadece 5-6 binmiş. Demek ki daha kontenjan dolmamış” dedim, Büyükşehir Belediyesi’nin da yerini tarif edip, yolladım.
Bu birilerine masal gibi gelebilir.
Adamcağız, “Çıkmadık candan umut kesilmez” misali az da olsa umutlanarak çıkıp gitti.
Ben hata mı yapmıştım?
Yaptıysam Hoca’nın hatalısıyım.
O adam ofise geldiğinde kendisini dinlerken birkaç not almışım. Nereli, nerede yaşamış, kaç çocuğu var. Bizden istediği ne gibi konuların altına da çizik atmış, yanlarına da yıldız işareti koymuşum.
Bir iki gün öncesiydi.
Ofisin sokak kapısı ardına kadar açık. Zaten hep öyledir.
Benim odanın kapısı da, giriş kapısına bakar. Gelip, gideni rahatlıkla görürüm.
Öğle saatleriydi. Kısa boylu bir bayan, elinde bohça gibi bir şeyle içeriye girer. Öğle saati olduğundan dolayı, görevli arkadaş yemekte.
Ben buyur ettim.
“Evladım. Eşim yıllar önce çalışmaya gidiyorum deyip bir gitti, bir daha dönmedi. Ben iki çocukla ortada kalakaldım. Belli bir süre evlere temizliğe giderek çocuklarımı büyütmeye çalıştım ancak, artık gücüm, takadım ev temizlik işinlerine yetmemeye başlayınca beni istemez oldular. El işi yapıp, onları satıp ekmek parası çıkartmaya çalışıyorum. Sen de bir iki şey alabilir misin” diyordu.
Aldım.,
Ve kendisine bir tavsiyede bulundum.
“Teyzem. Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydın” dedim.
“Ben oyumu ona vermiştim” diye atılmaz mı?
“Tamam daha iyi ya işte” diye devam ettim.
“Seçim öncesi kendisinin YARIM ELMA GÖNÜL ALMA projesi vardı. Yarım gün çalışarak ekmeğini kazanacak, sigortalı olacaksın. Büyükşehir’in adresi de şu. Telefonları da. Gitmende yarar var” deyip, onu da gönderdim.
Kötü mü yapmışım?
Not: Bir gün birisi önümü kesip, ağabey ne olur biraz destek. Elektrik paramı ödeyemiyorum derse, onu da Mustafa Akaydın’a göndereceğim. Çünkü herkese bedava elektrik sözü veren de kendisiydi.