Gezmeden, görmeden, bilgi sahibi olmadan, hayatın gerçeklerini yeri ve zamanında öğrenmeden ne yazık ki gazetecilik yapılamaz.
Ama bunlar yapılıyor mu?
Hak getire.
Fakat bugün mütevazı olmayacağım. Hani hep deriz ya, “Biz sadece gazetecilik yapıyor ve bundan sonra da aynı zihniyet ile yapmaya devam edecek, kimse de bizi bu yoldan alıkoyamayacak” diye.,
Evet aynen öyle yapıyoruz.
Kimi zaman kalemimiz sert kaçabiliyor. Buna, “Taraf” adı takanlar bile olmuyor değil. Ama unutulmamalıdır ki, taraf olan taraf yakıştırması yapar.
Sözü nereye getireceğim?
İş zamanı iş, gezme zamanı gezme.
Yaşadığın kentte ne olup bittiğini görmeden, bizzat yerinde incelemeden, vatandaşın neler düşündüğü konusunda hem fikir olmadan kulaktan dolma laflarla günü geçiştiren zihniyetlerden değiliz ya.,
Akdeniz Manşet olarak bunun en büyük örneğini son bir hafta içerisinde tüm çıplaklığıyla ortaya koyduk.
Pazartesi günü, “Büyükşehir’e rüşvet baskını” başlığını atıp, üç gün öncesi yani, Cuma günü emniyet mensuplarının Büyükşehir Belediyesi’nden Düden Park, dolayısıyla EKDAĞ evraklarının aldığından bahsettik.
Büyükşehir Belediyesi aynı gün yaptığı yazılı açıklamasında o evrakların verildiğini kendisi teyit etti.
Bu bir gazetecilik olayıdır.
Önceki günkü manşetimizin başlığı, “Vatansız Cüneyt” idi.
“İş zamanı iş, gezme zamanı gezme” dedik ya.
Aracımla liman tarafına gidiyorum. Boğaçayı köprüsünü geçer geçmez, sağda durup, marketten bir şeyler almak üzere aracımdan indim. Markete girerken kaldırım üzerindeki Halk Ekmek Büfesi önündeki bir yazı dikkatimi çekti.
“Bir katkı da siz koyun.”
Merakımdan büfeciye sordum, “Ne katkısı” diye. Hali vakti iyi olan vatandaşlar ekmeğin parasını verip, büfe önündeki poşete koyuyorlarmış. Ücreti ödenen o ekmekleri de yoksul insanlarımız gelip alıp, evine götürüyormuş.
İki ekmeklik katkı da ben koydum. Ve büfeci benim merakımı sordu.
“Gazeteciyim” deyince yüzündeki ifadeyi herkesin görmesini çok isterdim.
“Ağabey. Madem ki gazetecisiniz şu arkadaşa lütfen yardımcı olun” diyerek, sol tarafında oturan üstü kirli, saçı sakalına karışmış, belli ki hasta olan birisini gösteriyordu.
Yıllardır sokakta yaşayan. Sarısu’daki derme çatma kulübede yaşam mücadelesi verip, çöplerden bulduğu giyeceklerle giyinip, yiyeceklerle beslenen ama TC vatandaşlık nosu dahi bulunmayan Cüneyt Aykut’tu o kişi.
Akdeniz Manşet’in haberi üzerine valilik tabiri caizse resmen alarma geçti. Vali Ahmet Altıparmak’ın talimatıyla, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı 24 saat gibi kısa bir süre içerisinde Cüneyt’i bulup, gerekli ihtiyaçlarını karşılayıp, İzmir’deki ailesi ile irtibata geçip, yoksul adamı sıcak yuvasına kazandırdı.
Dün bundan biraz bahsetmiştim ancak, işin asıl önemli olan tarafı bundan sonrası.
Öncelikle Cüneyt’e bir kimlik gerekiyor.
Tabi ki varsa sağlık sorununu acilen çözmek.
İş demiyorum, zira Cüneyt’in ağabeyi zaten İzmir’de bir işadamı fakat ailevi sorunlardan dolayı Cüneyt, Antalya’nın sokaklarında yaşamak zorunda kalmış.
Cüneyt’e TC kimlik numarası verilecek mi, verilmeyecek mi?
İşte asıl mesele bu.
Dedik ya, “Gezmeden, görmeden, öğrenip, bilmeden gazetecilik yapılamaz” diye.
İyi ki o gün liman tarafına gitmişim.
Yoksa Cüneyt hala sokaklarda yatıyor, çöplerden topladığı yiyeceklerle karnını doyuruyor olacaktı.
Cüneyt gibi çok insanımız var ama gezmeden masa başı gazeteciliği yapanlar bunun farkında bile değil.
Haydı kalk o koltuktan. Çık, dolaş, gez ve gör. Vatandaş sizi bekliyor.