Büyük Taarruz ve Lozan, iyi yetişmiş bir neslin zor zamanlarda neler başarabileceğinin en büyük kanıtıdır.
Kuşkusuz İngilizler Yunanlıları önce kışkırtıp sonra da "sap gibi" ortada bırakmasalar, işimiz bu kadar kolay değildi. İngilizlere pek güvenen Yunan ordusu 15 Mayıs 1919'da İzmir'e çıktı. Ve daha üzerinden bir buçuk yıl geçmeden, biz Yunanlıları tekme tokat dövmeye başladık. 1922 Ağustosunda resmen meydan dayağı attık.
Bu üç yıl, 1919-1922, hiç kolay geçmedi. Savaş meydanlarındaki başarı diplomatik becerilerle taçlandı ve milli mücadele böyle başarıldı. 1880'lerin başında doğan çocuklar gerçekten çok iyi yetişmiş, zeki, bilgili, donanımlı çocuklardı ve ne büyük şans, tarihin bu zor döneminde, yetişkin bireyler olarak görev başındaydılar.
Yunan heyeti Lozan'da sürekli "hır" çıkardı, olay yarattı, gürültü etti. İngiliz sözcülerini gördükleri her yerde, "bizi Türklere sattınız!" diye bağırdılar. Bir gün İngiliz Hariciye Bakanı Lord Crizuon, Yunan heyetini bir köşeye çekti ve; "kesin artık gürültü etmeyi, İsmet'e 90 yıl müsade ettim hepsi bu!" diye azarladı!
90 yıl çok çabuk geçti. Ve şimdilerde yaşananlara, olup bitenlere baktığımızda anlıyoruz ki, Türkiye devleti ve ülkesi, kurulduğu günden beri, en büyük "bekâ" sorunu ile karşı karşıyadır.
Umarım bu büyük kuşatmadan da alnımızın akıyla ve başarıyla çıkarız. Ama bu zor zamanlarda biraz daha akıllı davranmaya ve uyanık olmaya ihtiyacımız var, en azından Lord Crizuon'u sevindirmemek adına!
CHE TARTIŞMASI ÜZERİNE LAKIRDI
Ernesto Che Guavera nedir sorusuna cevabım şudur; CHE, 500 yıllık "beyaz adam" zulmüne, soysuzluğuna, açgözlülüğüne karşı Latin Amerika coğrafyasının geleneksel isyan çığlığıdır.
"Beyaz Adam" gemilerle geldi ve CHE'nin atalarının her şeyini, ama gerçekten "her şeyini" elinden aldı, değiştirdi ve onların değerleriyle alay etti.
Her yüzyılda böyle cesur Latin Amerikalı anti-emperyalist devrimci çıkıyor o coğrafyadan. Gelecek yüzyıllarda da çıkacak, hiç kuşkunuz olmasın. Bir büyük nefrettir ve ABD hayatta olduğu sürece, ABD emperyalizmi gücünü koruduğu müddetçe bu gelenek böyle devam edip gidecek.
Ve işte CHE, bu büyük vandallığa isyan geleneğinin 20. asırdaki sembolüdür. CHE, özünde ve esasında, "Beyaz Adam'a" yani bizzat ABD merkezli emperyalist dünyaya isyandır.
CHE'nin Türkiye toprağında sunumu ve algılanış biçimi bambaşka bir hikayedir ve pek hüzünlüdür. 1960’ların sonlarında kendisine rol model olarak Arjantinli devrimci Che Guevera’yı seçen bazı Türk devrimciler sahneye çıktılar, gençlik içinde etkili oldular. Bu günlerde çok etkili bir sosyalist mücadele veren ve halk nezdinde karşılık bulabilen Türkiye İşçi Partisi, (TİP) Guaveracı hareketin gençlik nezdinde güç kazanmasına koşut olarak, hızla güç kaybetti ve etkisiz hale geldi.
Demek ki neymiş, bir coğrafyaya uygun olabilen bir “rol model”, başka bir coğrafyaya uymayabiliyormuş. Ve bu hususta son bir lakırdı; kendi tarihine ve toprağına ilgi göstermemek Türkiye Solu’nun en büyük hatası ve ölümcül hastalığıdır, başka bir yazıda bunu da tartışırız, nokta.