Çünkü bizler hisli varlıklarız. Düşünme yeteneğimiz olsa bile duygularımız hep ağır basar. Bu sebepledir ki hırslarımıza yenik düşeriz. Aşkımızın peşinden gideriz. Sinirlenir dünyayı karşımıza alırız. Merhametten başkası yerine ağladığımız olur. Bir cana zarar gelse koşar yardım ederiz. Kıskançlık yapar eşimize daha çok sarılırız. İşte bunların hepsi duygularımızdan. Yaparız da yaparız. Sadece duygularımızı net tanımayınca, hissettiğimizin tepkisini doğru veremeyebiliyoruz. Ancak değinmek istediğim konu tepkilerden çok insanın bunları kendi kendine yapıyor olması.
Gün oluyor bu konulardan bir yerlerde bahsettiğimde ya da seansta, şöyle tepkiler alıyorum “ben bile bile beni üzmesine nasıl izin veririm?”, veriyorsunuz elbette. Neyi ne kadar, kimi ne derece önemsediğinize bir bakın ve sonra bunlardan ne kadar etkilendiğinizi değerlendirin. Çünkü sınırlar size aittir. Sınırları siz belirleme gücüne sahipsiniz. Bahsettiğim sınır korunma sınırı değil. Kendinizi tanıtma ve çizgilerinizi gösterme sınırı.
Ben bu çizgileri trafik kurallarına benzetiyorum. Hiç bilmediğiniz bir yolu tanımak için o yolda gördüğünüz sınırlayıcı levhalar vardır. Yönü, hızı, mesafeyi her şeyi anlatır levhalar. Ancak dediğim gibi bu korunmak için yeterli değildir. Korunma çizgisi değildir. Bazen bu kurallara uymayan birileri çıkar hayatta olduğu gibi ve zorluklarla karşılaşabilirsiniz. Ancak bu kurallar, bahsettiğimiz sınırlarınızdır. Bir nevi temkin. Bu yolda hız sınırını aşarsan kaza yapabilirsin uyarısıdır çizgileriniz. Çizgilerin aşılması da radardır. Sürpriz değil, rahatsız olduğunuzu belirtmiştiniz. Bile bile girdiler. Tepki vermekten çekinmeyin. Kırıldınız. Yazın cezayı.
Şaka yapıyorum elbette. Günlük hayatta cezaya karşıyız. Ama tepkilerinizi, sınırlarınızı koymaktan çekinmeyin. Uçsuz bucaksız bir arazide kimseyi hızlı gitti diye suçlayamazsınız. Bırakın sınırlarınızı öğrensinler. Sizi tanısınlar. Bile bile defalarca kaza yapıyorlarsa. Trafikten men edin olsun bitsin.