Önceki gün siyasi parti genel başkanlarının mitinglerde yaptıkları konuşmaları sizlere özetlemek istiyorum..

O kadar çok şey söylüyorlar, o kadar çok konuşuyorlar ki..

Milletin kafası, hiçbir şeyi alamaz-anlamaz hale geldi..

Bugün birkaç cümle ile hem ne dediklerini, hem ne demek istediklerini, hem de ne olduklarını sizlere anlatmaya çalışacağım..

Görün-anlayın-oyunuzu ona göre verin..

Anamuhalefet CHP’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu..

Son günlerde İstanbul Gaziosmanpaşa, Kırşehir ve Antalya’da konuştu..

Sürekli şunu tekrarlıyor:

“17 Aralık’ta bütün gerçekler ortaya çıktı, maskeleri düştü..”

Neymiş bu gerçek?

Bu iktidar “hırsız”mış..

Nereden biliyorsun?

Polis operasyon yaptı, gazeteler de bunları yazdı..

Peki, bu hırsızlıklarla ilgili herhangi bir “yargı kararı” var mı?

Yok..

Hani, hukuk devletlerindeki “suçu mahkemelerce sabit görülmedikçe hiçkimse suçlu ilan edilemez” ilkesine ne oldu?

Konu siyaset ve iktidar savaşı olunca, böyle bir ilke rafa mı kalktı?

İşte Kılıçdaroğlu böyle “muhalefet” yapıyor..

Milleti de bu yüzden kendine inandıramıyor..

Ve 17 Aralık operasyonlarına, para baronlarının bütün yazılı ve görsel saldırılarına rağmen, anketlerde  iktidar partisi yine yüzde 50’liler civarında görünüyor..

Anamuhalefet ise genel seçim anketinde yüzde 25.3, yerel seçim anketinde yüzde 28.3’lerde kalıyor..

Yani, halkın büyük bölümü “bu iktidara güveniyor, muhalefete hala güvenmiyor”..

Yani, Kılıçdaroğlu’nun konuştuklarını pek kaale alan olmuyor..

Kendisi söylüyor, kendisi dinliyor..

Gelelim MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye..

Sağolsun o da Kılıçdaroğlu’nun yolundan gidip, çok kötü bir muhalefet örneği veriyor..

Kayseri mitinginde “17 Aralık operasyonlarına vurgu yapıp, Kılıçdaroğlu gibi mahkeme kararları olmadan değişik hırsızlık-yolsuzluk suçlamaları yaptıktan sonra” şöyle diyor:

“Yolsuzluk ve rüşvetten hesap sormadığın sürece vatandaşımızı ikna edemezsin..”

Bunları dinlerken, Başbakan Erdoğan’ın Antalya mitingi geldi gözlerimin önüne..

Antalya tarihinde görülmemiş bir kalabalık vardı..

“İkna edilememiş bir vatandaş” topluluğu Bahçeli’yi adeta yalanlıyor gibiydi..

Demek ki; ikna edemeyen Erdoğan değil, Bahçeli ve Kılıçdaroğlu imiş..

Burada ortaya çıkan sonuç şu:

CHP de MHP de “çok kötü” bir muhalefet örneği veriyor..

“İktidarı sürekli kötülemek”le muhalefet ettiklerini sanıyorlar..

Ortada bir yargı kararı olmadan yaptıkları “hırsızlık-yolsuzluk” suçlamalarıyla itibar kazanma tutumlarına halk asla itibar etmiyor..

Vatandaşı, iktidarın yaptıklarından daha iyi şeyler yapacaklarına inandıramadıkları ve desteksiz suçlama yaptıkları sürece..

Muhalefet yüzde 16-26 barajını geçemez..

Yüzde 16’lık ve yüzde 26’lık oy oranına sahip partilerin, HER TÜRLÜ YIPRATMA-YOK ETME ÇABALARINA RAĞMEN yüzde 50’lik oy oranını sürdüren bir partiyi “istifaya çağırması” kadar abes bir şey olabilir mi?

Demokrasilerde en büyük tehlike, “iktidar ile en yakın muhalefet partisi arasında böyle büyük bir fark olması”dır..

Muhalefet, her zaman nefesini iktidarın ensesinde hissettirmelidir..

Bu, iktidarı her konuda daha dikkatli olmaya zorlar..

Şu anda bunu görebiliyor musunuz?

Ülkemizde iktidarın arayı bu kadar açmasının nedeni de, “muhalefet etmeyi beceremeyen” parti liderleridir..

Kılıçdaroğlu ve Bahçeli, sürekli olarak Erdoğan’ı suçlayacaklarına, önce şapkalarını önlerine alıp bir düşünmeleri lazım..

“Beceremiyorum, becerecek birilerine bu makamı bırakmam lazım” demeleri şart..

Sürekli olarak Erdoğan’ı istifaya çağıracaklarına, (eğer bu ülkeyi birazcık olsun seviyorlar ise) bence önce kendileri istifa etmeyi düşünmeliler..

Türkiye’de demokrasinin sağlıklı yürümesi için..

Öncelikle “milli iradeyi yok etmeye çalışanlara” önce siyasi partiler sonra da vatandaş asla itibar etmemeli ve kulak vermemelidir..

Kılıçdaroğlu ve Bahçeli ile onların basının önüne çıkarttığı milletvekilleri bir an önce susmalı, yerlerini “bu işi daha akılcı-daha inandırıcı yapacak kişilere” devretmelidir..

Yoksa?

Zararını bu ülke çok ağır öder..