Bir kaç gündür yazıyorum. Aslında bu meselenin üzerinde bu kadar durmanın çok fazla bir anlamı da yok, ama bazı yönlerine değinmemek mümkün değil. Hele dün aldığım bir telefondan sonra.
Mesele Geçtiğimiz günlerde bir yerel gazetemizin yazdığı “Danıştay şoku” başlıklı haber ile tekrar gündeme geldi. Konu Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydın’ın seçim öncesi Türel hakkında demediği laf kalmadığından, göreve geldikten sonra bana göre birilerinin de gazıyla yaptığı meşhur suç duyurusunun geldiği son nokta.
Özetle hatırlatayım. Akaydın, Türel’in son üç ayındaki bazı alımlarla ilgili bir suç duyurusu yaptı. Savcılık bu suç duyurusu üzerinde aylarca didik didik çalışarak bir inceleme yaptı. Üç kişilik bilirkişi heyeti, ardından dosyanın gittiği İçişleri Bakanlığı’nın müfettişleri dosya içeriğinin, Akaydın ekibi tarafından dedikodu mekanizmaları çalıştırılarak dışarıya sızdırıldığı gibi olmadığı kanaatine vardı. Çünkü Çok alçakça bir şekilde iddia edildiği gibi yapılmayan bir iş yoktu. Bununla ilgili onlarca delil sunulmuştu. Soruşturmaya yer olmadığı sonucu çıktı.
İşte o günlerde Akaydın, yine bana göre büyük bir saygısızlık ve haksızlık yapıp, hem savcılık makamı, hem bilirkişi heyeti, hem de bakanlık müfettişlerini işin içine sokarak, “Türel korunuyor. Ama ben bu işi başka mercilere taşıyacağım. Hukuk danışmanım inceliyor” şeklinde özetlenebilecek bir açıklama yaptı. Ve meseleyi 20 Ekim 2010 tarihinde (Dilekçe tarihi resimde görülüyor) Danıştay’a taşıdı.
Dönelim şimdi bana gelen telefona ve “Danıştay şoku” meselesine..
Danıştay'ın kararının içeriği taraflardan hiç kimseyi şok etmedi. İstenilen bir soruşturma değil, yeniden inceleme yapılarak, rapor hazırlanmasıydı. Ancak kararın çıkış hızı, gerçekten şok ediciydi. İçişleri Bakanlığı'ndan 25 Kasım 2010 tarihinde Danıştay'a gönderilen dosyanın, tahmini bir hafta içerisinde ulaştığı düşünülürse, 30 Aralık 2010 tarihinde karar çıkması garip değilmiydi?
Elbet de garipti. “İş yükü”nden söz eden, kimi hukukçuların “Bir yıl”. Kimisinin “İki yılda ancak çıkardı” yorumunu yaptığı bu karar, Danıştay tarafından sadece bir ayda alınmıştı.
Bu kararın bu kadar hızlı çıkmasının bir mahsuru varmı?
Elbet de yok. Keşke Danıştay'a giden tüm dosyalar bu hızda karara bağlansa da, Türkiye'de adaletin gecikmesi ile ilgili şikayeletler en az seviyelere düşse. İşte bu düşünce ile, “aşırı hız” dikkatimi çekmesine rağmen gündeme almamıştım.
Dün bana gelen telefona kadar.
Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydın'a buradan açıkça soruyorum. Bazı adamların, sağda, solda, “Görün gücümüzü. Bir ayda nasıl karar aldırdık. Nasıl şok ettik!..” havası atıyor. Bu yönde sözler sarf ediyor.
Açıkla bakalım başkan.
Bunun anlamı ne?
Bu dosyanın elden takibi varmı? Varsa, kim, hangi nedenle takip etti? Nasıl bir beceri ile bu kadar hızlı karar aldırabildi?
Biliyorum artık birilerine attığın çamurlardan en azından bir kısmını haklı gösterebilmek için girmediğin kılık kalmadı ama bu kadar da yanıp, tutuştuğunu bilmiyordum.
Söyle başkan!..
Türel için “Korunuyor” dedin. Biz şimdi ne diyelim?
“Akaydın siparişi mi?” diyelim, yoksa “Akaydın korunuyor” mu diyelim.
Yoksa senin adamların mı, farklı yolla bu sefer Danıştay'a çamur atıyor. Oradaki hakimlerin günahına giriyor.