Küresel ölçekte finansal sistemlerin istikrarını sarsan birçok kriz, aslında doğrudan piyasa ya da kredi risklerinden değil, “operasyonel risk” adı verilen ve genellikle göz ardı edilen iç süreç hatalarından kaynaklanmıştır. 2000’li yılların başında ABD ve Avrupa’daki büyük bankalarda yaşanan iç kontrol zafiyetleri, siber saldırılar, personel suistimalleri ve teknoloji arızaları, operasyonel risklerin bir kuruluşun bilançosunu sarsabilecek kadar güçlü olduğunu acı biçimde göstermiştir. Günümüzde hem finans sektörü hem de reel sektör işletmeleri, operasyonel risk ölçümünü artık bir “uyum gereği” değil, doğrudan kurumsal hayatta kalma stratejisinin parçası olarak görmektedir.
Operasyonel riskin tanımı ve önemi
Basel Bankacılık Denetim Komitesi’nin tanımına göre operasyonel risk; “yetersiz veya başarısız iç süreçler, insanlar ve sistemlerden ya da dış etkenlerden kaynaklanan kayıp riskidir. Bu tanım, sadece muhasebe hatalarından veya bilgi işlem arızalarından ibaret bir çerçeve sunmaz; aynı zamanda siber güvenlik ihlallerini, yolsuzlukları, doğal afetleri ve tedarik zinciri kopmalarını da kapsar.
Örneğin bir bankanın müşteri verilerinin sızdırılması, sadece maddi tazminat değil, aynı zamanda itibar kaybı, regülatör cezaları ve müşteri güveninin zedelenmesi gibi dolaylı kayıplar doğurur. Bu nedenle operasyonel risk ölçümü, “sayısal kayıp tahmininin ötesinde, bütüncül bir kurumsal risk yönetimi anlayışını temsil eder.
Bir başka ifadeyle, operasyonel risk ölçümü kurumların ne kadar kırılgan olduklarını anlamalarına, hangi süreçlerde hata veya suistimal olasılığı yüksek olduğunu görmelerine ve bu alanlara önleyici kaynak tahsis etmelerine yardımcı olur.
Ölçüm yaklaşımları: Basitten ileri modellere
Operasyonel risklerin ölçülmesinde zaman içinde üç temel yaklaşım gelişmiştir: Temel Gösterge Yaklaşımı (BIA), Standart Yaklaşım (SA) ve İleri Ölçüm Yaklaşımı (AMA).
1. Temel Gösterge Yaklaşımı (BIA):
Basel II çerçevesinde tanımlanan en basit yöntemdir. Kurumun son üç yıldaki ortalama brüt gelirinin belirli bir yüzdesi (genellikle %15) operasyonel risk sermaye yükümlülüğü olarak ayrılır. Bu yöntem uygulama kolaylığı sağlar ancak kuruma özgü risk farklılıklarını dikkate almaz.
2. Standart Yaklaşım (SA):
Faaliyet türlerine göre risk ağırlıkları belirlenir. Bankacılık, yatırım, sigortacılık veya hizmet faaliyetlerinin her biri için ayrı katsayılar kullanılır. Böylece kurumun gelir yapısına göre daha dengeli bir ölçüm elde edilir.
3. İleri Ölçüm Yaklaşımı (AMA):
Bu model, kurumun kendi kayıp verileri, dış veriler, senaryo analizleri ve iç kontrol değerlendirmeleriyle oluşturulur. İstatistiksel modelleme teknikleri (örneğin Poisson dağılımı veya kayıp dağılım modeli – Loss Distribution Approach) kullanılır. Bu sayede geçmiş verilerden olasılık tahminleri yapılır, ekstrem olayların etkisi ölçülür ve risklere göre özkaynak tahsisi optimize edilir.
Günümüzde birçok büyük finansal kurum, AMA veya türev modellerini kullanarak, operasyonel riskin hem nicel hem nitel yönünü birleştiren hibrit sistemler kurmaktadır. Ancak bu yöntemlerin en kritik gerekliliği, doğru ve güvenilir veri tabanıdır. Veri eksikliği veya tutarsız kayıtlar, en gelişmiş modeli bile işlevsiz hale getirebilir.
Veri tabanı, senaryo ve stres testleri
Operasyonel risk ölçümünde kullanılan en değerli kaynaklardan biri, geçmiş kayıp olaylarının kayıt altına alındığı iç veri tabanlarıdır. Kurumlar bu verileri kayıp türüne (örneğin dolandırıcılık, sistem arızası, dış olay) göre sınıflandırarak analiz eder. Ancak sadece geçmişe bakmak yeterli değildir. Yeni tehditleri öngörebilmek için senaryo analizi ve stres testleri kullanılır.
Senaryo analizi, uzman görüşleriyle “olası fakat nadir” olayları tanımlar: Bir siber saldırı sonrası müşteri işlemlerinin durması, bir doğal afetin tedarik merkezini devre dışı bırakması veya kilit bir personelin hatalı işlem yapması gibi durumlar, senaryo bazlı ölçümle finansal kayba dönüştürülür.
Stres testleri ise mevcut kontrollerin aşırı koşullarda dayanıklılığını ölçer. Örneğin bir bankanın tüm dijital sistemlerinin 48 saat devre dışı kalması halinde nakit akışı nasıl etkilenir? Bu tür analizler, sadece risk ölçümünü değil, aynı zamanda kriz yönetim planlarını da güçlendirir.
Dijitalleşme ve operasyonel risklerin yeni yüzü
Teknolojik dönüşüm, risk ölçümünde hem fırsat hem tehdit yaratmaktadır. Büyük veri (Big Data), yapay zekâ (AI) ve makine öğrenmesi (ML) teknikleri sayesinde kurumlar artık anlık olarak işlem anomalilerini tespit edebilmekte, risk göstergelerini dinamik biçimde izleyebilmektedir.
Ancak bu dijitalleşme, yeni tür operasyonel risklerin de doğmasına yol açmaktadır: siber saldırılar, algoritma hataları, veri bütünlüğü sorunları ve üçüncü taraf yazılım riskleri... Bu nedenle artık “operasyonel risk ölçümü” ile “siber risk ölçümü” arasındaki çizgi giderek belirsizleşmiştir.
Finansal kuruluşlar, özellikle Basel III sonrası dönemde, operasyonel risk sermayesi hesaplamalarına siber güvenlik ve teknoloji bağımlılığını entegre etmeye başlamıştır. Uluslararası standartlar (örneğin ISO 27001 bilgi güvenliği yönetim sistemi veya ISO 22301 iş sürekliliği standardı) artık operasyonel risk ölçüm çerçevesinin doğal bir parçası sayılmaktadır.
Kurumsal kültür ve risk bilinci
Operasyonel risklerin ölçümü sadece sayısal bir faaliyet değildir; aynı zamanda kurumsal kültürün olgunluk düzeyini gösterir. Bir kurumda risk bilinci zayıfsa, çalışanlar hataları gizleme eğiliminde olabilir. Bu da risk ölçümünün temel dayanağı olan “doğru verinin eksik kalmasına neden olur.
Dolayısıyla etkili bir operasyonel risk yönetimi için şeffaflık, iç kontrol disiplininin yerleşmesi ve cezalandırıcı değil “öğrenmeye dayalı” bir hata yönetim kültürünün oluşturulması gerekir.
Kurumlar, periyodik eğitimler ve farkındalık programlarıyla çalışanların operasyonel riskleri erken fark etmesini ve raporlamasını teşvik etmelidir. Bu yaklaşım hem insan kaynaklı hataların azaltılmasına hem de iç süreçlerin sürekli iyileştirilmesine katkı sağlar.
Sonuç: Ölçmek, yönetmenin ilk adımıdır
Operasyonel risklerin ölçülmesi, modern kurumsal yönetimin en zor ama en hayati alanlarından biridir. Bir hatanın, bir siber saldırının veya küçük bir iç kontrol zaafının milyonlarca liralık kayba dönüşebildiği bir dönemde, operasyonel risk ölçüm sistemleri birer erken uyarı mekanizması işlevi görür.
Bugün işletmeler için mesele, “riskleri sıfırlamak” değil; riskleri tanımlayabilmek, ölçebilmek ve önceliklendirebilmektir. Çünkü ölçülmeyen risk yönetilemez.
Türkiye’de son yıllarda BDDK, SPK ve TMSF gibi düzenleyici kurumların operasyonel risk raporlamasını güçlendirmeye yönelik adımları, özel sektörün de bu alandaki olgunluğunu artırmaktadır.
Kısacası, operasyonel risk ölçümü artık yalnızca finansal kurumların teknik bir zorunluluğu değil; dijital çağın belirsizlikleriyle baş edebilmenin, kurumsal itibarın ve sürdürülebilirliğin görünmez sigortasıdır.
OPERASYONEL RİSKLERİN ÖLÇÜLMESİ
Zafer Özcivan
Yorumlar