Beyaz adam, Doğu’dan aldığı ilhamla maddeye hükümranlığını ilan edeli çok oldu. Ve asırlardır dünyanın beyni, Avrupa’nın histerik, hummalı, asabi damarları içerisinde dolanıyor. Çağımızın vicdanı bu beyinden yönetiliyor; kâh hafakanlar arasında kâh kıyametini duyarak. İnsanlık, ihtiyar annesi Asya’dan kopup genç ve cazibeli Avrupa’nın kollarına düştüğünden bu yana değer karmaşası içerisinde soluk alıp verme telaşında.

Özünden ayrılarak bu sahte güzelin peşine düşen medeniyetler ise bugün gelinen noktada adeta orta yerde bırakılmış gibi. Bir zamanlar aklı tanrılaştıran Avrupa, bugün onu sefil bir oyuncak gibi eziyor. Peki, Batı’nın peşinden giderek imanın dışında gerçeklik arayışına girenler ne durumda? Onlara da cennet görünümlü çağın cinnetini yaşamak düştü.

Oysa Doğu’dan uzaklaştığı iddia edilen akıl, tam da Doğu’nun kalbindeydi. Aklı olmayanın dini de olmazdı. Ancak buhranlarına çıkış yolu olarak Avrupa’yı seçen medeniyetler, Doğu’dan uzaklaştıkça ışığın kaynağı zayıfladı. Doğu’dan bütün dünyayı aydınlatan ilim ve medeniyet ışığı, bir gölge misali Batı’dan sızar oldu ufkumuza.

Avrupa’dan damıttığımız bu aydınlığın vurduğu “Aydın”larımız, ihtiyar annemizin mirasından payını ne kadar almış dersiniz? Ya da şöyle sormalı belki; bu ülkede aydın olmak ne demek? Aydın, ne birkaç şehri fethe yeten bir enerjiyi yel değirmenlerine saldırmakla harcamak, ne ekranda kanal kanal tartışma programlarında haykırmak. Ne “Bir milleti yok etmenin en kestirme yolu inançlarını yok etmektir” diyen Batı’nın silahşörlüğünü yapmak. Ne Batı’nın yeniçerisi olmak, tarihten ve halktan kopmak. Ne kendi mahbesinde şarkılar mırıldanmak, ne de “kendi cemiyetinin değil” yarının, dünün veya gelecekteki bir cemiyetin çocuğu olmak.

Toplumların kaderini, ırzını teslim etmeden çizme işi, aydın olmak. Aldatan bir allı pullu güzele meyletmeden devrin şuurunu taşımak. Bütün hakikatleri topluma göstermek, ülkesinin bütünlüğünü müdafaa etmek ve hakikati araştırma işlevi yüklenmek demek aydın olmak. Batı’nın içimize soktuğu Truva atlarına milli ve yerli bir duruşla set olmak demek. Belki de yarası olmayan insanlara, “bak, bu yara senin de yaran” diye sunma işi aydın olmak. Aydın olmak önce içinden çıktığı toplumla ve halkla barışmak demek. Ve aydın olmak, kök saldığı Doğu medeniyetinin sadece küllerinden bile onlarca medeniyetin doğacağı bilinciyle geleceğe dal olmak demek.

İşte bu ender duruştaki ve duyuştaki değerlerden biri olan, Fuat Sezgin’i ölümü üzerine tanımak ne acı. 24 Ocak 1924’te Bitlis’te doğan Sezgin, 1943-51 seneleri arasında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Şarkiyat Enstitüsü’nde,  Hellmut Ritter’in yanında eğitim görmüş bir bilim adamı.

1954 yılında tamamladığı “Buhari’nin Kaynakları” isimli doktora tezi Buhari’nin, bilinenin aksine sözlü kaynaklara değil, “yazılı kaynaklara dayandığı” tezini ortaya attı. Bu yazılı kaynakların, İslam’ın erken dönemine; hatta 7. yüzyıla kadar gittiğini ortaya koyması oryantalist çevrelerde hala tartışılmakta.

1960 darbesiyle “Zararlı Profesör” ilan edilip üniversiteden atılan Fuat Sezgin, 1961 yılında, Almanya’ya giderek Frankfurt Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak dersler verir. 1966 yılında “Arap-İslam Kültürü”nün, “Bilimler Tarihi Alanı”nda çalışmalarıyla profesör olur. 1978 yılında “Kral Faysal” ödülünü kazanır ve 1982 yılında J.W.Goethe Üniversitesi’ne bağlı Arap-İslam Bilimleri Tarihi Enstitüsü’nü ve 1983 senesinde de buranın müzesini kurar.

Bilimler Tarihi alanında dünyanın sayılı otoritelerinden birisi olan Fuat Sezgin, ömrünü Avrupa’daki bilimin Müslümanlar üzerine kurulu olduğu düşüncesini anlatmaya adar. “Eğer Müslümanlar İber Yarımadasına geçmeyip, Afrika’da kalsalardı bugün Avrupa’nın ve dünyanın jeopolitik ve bilimsel kaderi bambaşka olacaktı” diyen Sezgin, Kopernik, Kepler, Tycho, Galileo, Newton gibi birçok bilim adamının buluşlarında Müslüman ilim adamlarının yaptığı çalışmaların olduğunu gösterir. Ona göre kendi içimizdeki kompleksli insanlar ve bizi oyalamak üzerine varlık inşa eden oryantalistler, dinin bizi geri bıraktığı iddiasıyla günümüzün mutlu kölelerini yaratmaktadırlar.

Bizdeki cehalet ve kendinden utanma histerisi yıllardır bir körlük halini aldı. Tıpkı Batı’nın istediği gibi yüzünü kendine/Doğu’ya dönemeyen biz, bu bakışla geleceği kuşatamayız. O yüzden bugün Fuat Sezgin’i bilmek, onu çocuklarımıza anlatmak ve öğretmek bir aydınlanma fırsatı. Işığın kaynağına dönme, köklerimizi tekrar besleme ve canlandırma fırsatı. Bu açıdan bu yılın “Fuat Sezgin”e adanması ve bu doğrultuda faaliyetler yapılması çok değerli.

İşte bu anlamlı çabalardan birinin belki de bu yılın ilk Fuat Sezgin programı olacak bir faaliyetin şehrimizde, üstelik geleceğe bir miras taşıyacak olan gençler eliyle, yapılıyor olması heyecan verici.

Haymeana Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi, Konyaaltı İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ve Konyaaltı İlçe Müftülüğü tarafından düzenlenen “Fuat Sezgin ve İslami Bilimler” temalı kompozisyon yarışması ödül töreni ve Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi İslam Bilim Tarihi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kaçar’ın aynı konuda bir konferans vereceği programın önemli bir farkındalık oluşturacağı kanaatindeyim. Hazırlık evresine bizzat tanık olduğum bu programın yasak savma kabilinden değil; gençleri Doğu ile daha doğrusu “biz” ile tanıştırma çabasında olduğu görülüyor. Okulun sanat sokağını ve girişini süsleyen Doğu bilginleri posterleri incelikli bir çabanın eseri. Emeği geçenleri tebrik ediyorum.

Gençlerimize “Işık Doğudan Gelir” mesajıyla ufuk açan çalışmalardan ikincisi de Ekim ayında Prof. Dr. Fuat Sezgin anısına düzenlenecek olan “İslam ve Bilim” konulu Ulusal Lise Öğrencileri Sempozyumu. Antalya Erünal Sosyal Bilimler Lisesi ve Kepez Mahmut Celalettin Ökten Anadolu İmam Hatip Lisesi iş birliğiyle yapılacak bu programın şehre ve gençlerimize değer katacağı düşüncesindeyim.

Vakit, oryantalist bir şaşılığa kurban edilen Doğu medeniyetine bakma, onu anlama ve gerçek aydınlığa kavuşma vaktidir. Bu şehirde vakit, medeniyetimizi kendi değerlerimizle yükseltme vaktidir. Unutmayalım ışık gelecek yüzyılda Türkiye’den yükselecektir.

Puslu aynada bir ışık olan Prof. Dr. Fuat Sezgin’i minnetle anıyorum.

Doç. Dr. Bedia KOÇAKOĞLU

Email: [email protected]