Ekonomik büyümenin yalnızca para, yatırım ve üretimle ölçüldüğü dönemler geride kalıyor. Günümüz dünyasında ülkelerin, kentlerin hatta küçük toplulukların bile başarısını belirleyen yeni bir ölçüt öne çıkıyor: sosyal sermaye. Bu kavram, bireylerin birbirine duyduğu güvenin, dayanışmanın, ortak değerlerin ve iş birliği kültürünün oluşturduğu görünmeyen ama son derece etkili bir toplumsal güç olarak tanımlanıyor. Sosyal sermaye, bir ülkenin sadece ekonomik performansını değil, aynı zamanda demokrasisinin kalitesini, vatandaşlarının yaşam memnuniyetini ve krizlere karşı dayanıklılığını da belirleyen en önemli unsurlardan biri hâline geldi.
Sosyal sermaye nedir, ne değildir?
Sosyal sermaye, bireylerin ve kurumların birbirleriyle kurduğu güven ilişkileri, sosyal ağlar ve ortak normlar üzerinden oluşan bir sermaye türüdür. Yani bir toplumun ne kadar “birlikte hareket edebilme” kapasitesine sahip olduğunun göstergesidir. Ekonomik sermaye paraya, beşerî sermaye bilgi ve beceriye dayanırken; sosyal sermaye insanların birbirine duyduğu güvene, yardımlaşma isteğine ve toplumsal dayanışmaya yaslanır.
Bu kavram, 20. yüzyılın son çeyreğinde sosyolog Pierre Bourdieu ve James Coleman tarafından akademik literatüre kazandırılmış; Robert Putnam’ın “Bowling Alone” adlı çalışmasıyla ise popülerleşmiştir. Putnam’a göre sosyal sermaye, insanların “tek başına bowling oynaması” yerine birlikte takım kurup dayanışma içinde olmalarıyla ilgilidir. Yani modern toplumlarda bireyselleşme arttıkça, sosyal sermaye azalmakta; bu da toplumsal bağları zayıflatmaktadır.
Güvenin ekonomisi: Görünmeyen ama güçlü bir kaynak
Sosyal sermaye, özellikle güvenin ekonomisi olarak da adlandırılır. Çünkü toplum içinde güvenin yüksek olduğu yerlerde iş yapma maliyetleri düşer, kurumlar daha verimli çalışır ve hukuki süreçler hızlanır. Örneğin, iş ortaklarının birbirine güven duyduğu bir ekonomide sözleşme ihlalleri azalır, bürokrasiye olan bağımlılık düşer ve yenilikçi girişimler artar.
Dünya Bankası’nın çeşitli çalışmalarında, güven düzeyi yüksek ülkelerin ekonomik büyüme oranlarının, düşük güven düzeyine sahip ülkelere göre anlamlı biçimde daha yüksek olduğu gösterilmiştir. Aynı zamanda bu ülkelerde yolsuzluk oranları düşüktür, eğitim sistemi daha kapsayıcıdır ve sosyal refah politikaları daha etkili işler.
Yani sosyal sermaye, yalnızca bir “ahlaki değer” değil, somut bir ekonomik üretkenlik unsurudur. Tıpkı bir fabrikanın makineleri ya da bir şirketin sermayesi gibi, toplumun içsel gücünü temsil eder.
Türkiye’de sosyal sermaye: Güven eksikliği mi, dayanışma kültürü mü?
Türkiye özelinde bakıldığında, sosyal sermayenin çelişkili bir tablo sunduğu görülür. Bir yanda tarihsel olarak güçlü bir aile ve komşuluk dayanışması geleneği; öte yanda kurumsal düzeyde düşük güven algısı ve bireyler arasında sınırlı sivil katılım...
Araştırmalar, Türkiye’de insanların en çok aile bireylerine ve yakın çevresine güvendiğini, ancak kamusal alanda –örneğin kurumlara, siyasi yapıya veya yabancılara– duyulan güvenin oldukça zayıf olduğunu gösteriyor. Bu da sosyal sermayenin “dar kapsamlı” olduğunu, yani topluluk içi dayanışmanın güçlü ama toplum genelindeki iş birliği kültürünün zayıf olduğunu işaret ediyor.
Sivil toplum kuruluşlarına katılım, gönüllülük faaliyetlerine ilgi ve yerel düzeyde ortak girişimlere katılım oranları da oldukça sınırlı. Oysa sosyal sermayenin güçlenmesi, sadece bireysel dayanışmayla değil, kurumsal güvenin ve katılım kültürünün gelişmesiyle mümkün.
Dijital çağda sosyal bağların yeniden inşası
Günümüzde sosyal sermayenin yapısı, dijitalleşmeyle birlikte büyük bir dönüşüm geçiriyor. Sosyal medya platformları, bir yandan insanları birbirine yaklaştırırken, diğer yandan “dijital yankı odaları” yaratarak kutuplaşmayı derinleştirebiliyor.
Artık sosyal sermaye yalnızca fiziksel mahallelerde değil, dijital topluluklarda da inşa ediliyor. Online dayanışma ağları, çevrimiçi kampanyalar, gönüllü platformları, hatta paylaşım ekonomisi uygulamaları (örneğin araç paylaşımı, bağış platformları) yeni bir sosyal sermaye türü yaratıyor. Ancak bu dijital bağların kalıcılığı, yüz yüze ilişkilerin güven derinliğini her zaman sağlayamıyor.
Dolayısıyla modern çağın en büyük sorularından biri şu: “Teknoloji bizi gerçekten birbirimize mi yaklaştırıyor, yoksa sahte bir yakınlık hissi mi yaratıyor?” Bu sorunun cevabı, gelecekte sosyal sermayenin yönünü belirleyecek.
Sosyal sermaye neden yeniden inşa edilmeli?
Küresel krizlerin arttığı, belirsizliklerin büyüdüğü günümüzde sosyal sermaye, bir toplumun dayanıklılık sigortası gibidir. Depremler, ekonomik krizler, pandemiler veya siyasal gerilimler karşısında ayakta kalabilen toplumların ortak özelliği; aralarındaki güven ilişkilerinin güçlü, dayanışma ağlarının sağlam olmasıdır.
Bu nedenle sosyal sermayeyi artırmak, sadece bir “sosyolojik ideal” değil, ekonomik ve siyasal bir zorunluluktur. Eğitim sisteminde eleştirel düşünme ve empati temelli bir yaklaşımın yer alması, yerel yönetimlerin katılımcı politikalar üretmesi, sivil toplumun güçlendirilmesi ve medyanın toplumsal güveni besleyecek bir dil kullanması bu süreçte belirleyici adımlar olacaktır.
Sonuç: En güçlü yatırım, insana ve güvene yapılan yatırımdır
Sosyal sermaye, ne borsada işlem gören bir varlık ne de devlet bütçesinde ayrı bir kalemdir. Ama bir ülkenin kalkınma potansiyelini, toplumsal huzurunu ve demokrasisinin olgunluğunu belirleyen en derin göstergelerden biridir.
Toplumun ortak bir geleceğe inanması, yalnızca ekonomik reformlarla değil, karşılıklı güven, dayanışma ve iş birliği kültürünün yeniden inşa edilmesiyle mümkündür. Çünkü sosyal sermaye, aslında bir ülkenin “birlikte yaşama becerisidir — ve bu beceri, geleceğin en kıymetli sermayesi olmaya devam edecektir.
SOSYAL SERMAYE
Zafer Özcivan
Yorumlar
Trend Haberler
Antalya'da yarın hava nasıl olacak? 24 Kasım Pazartesi
Antalya'da yarın hava nasıl olacak? 25 Kasım Salı
Antalya’da 14 Yaşındaki Defne Durur 7 gündür Kayıp: Annesi yardım çağrısı yapıyor
Maaş promosyonunda 'merkez-taşra ayrımı' krizi: ‘Lütuf istemiyoruz hakkımızı istiyoruz’
BİR PUANIN GÖLGESİ
Antalya'da elektrik kesilecek: 26 Kasım