Tarih 14 Aralık 2003.
Kendimi kaybettiğim ve aynı zamanda bulduğum gün.
Kaybettim, çünkü kahramanım, canım, her şeyim olan babamı yitirdim.
Buldum, çünkü o gün büyüdüğümü anladım.
Meğer babanız öldüğünde büyürsünüz.
Çocukken ne kadar çok büyümek istemiştim.
Büyümenin güzel bir şey olmadığını en acı tecrübeyi yaşayarak öğrendim.
Gerçeklerle yüzleşmek nasıl güzel olabilirdi ki!
Güzel olan şey babaya sarılmak ve onunla dertleşmekti.
Babacığım, bugün sen gideli tam 9 yıl 6 ay oldu. Sesini duymamak o kadar zor ki. Kafam karıştığında, gözüme yaş dolduğunda arayamıyorum seni. Senden bahsettiklerinde susuyorum baba, konuşamıyorum. Seni kimseye anlatamıyorum.
Nasıl anlatılırsın onu da bilmiyorum. Ne kadar da sana benziyorum! İnsanlar dışarıdan agresif biri görüyorlar(mış). Öyle değilim değil mi babacım? Sen bilirsin öyle değilim.
Hayattaki en iyi ve en çok sevdiğim öğretmenim olarak gitmeden bana ‘babasızlık acısına’ nasıl dayanacağımı öğretseydin keşke. Ölümü sana hiç yakıştıramadım baba ben. O beni saran koskoca kolların, sert bakan ama içi sıcacık gözlerin, her duyduğumda güven hissettiğim sesin artık yok. Yuvamı, yolumu, yönümü kaybetmiş gibiyim şimdi. Rüyalarımda sarılıyorum sana. Başımı okşuyorsun, kokluyorsun beni. Dün yine geldin rüyama. Bazen hiç konuşmadan bakıyorsun, kırgın mısın bana yoksa? Ne olur kızma hiç kırılma. Asma suratını baba. Bu sefer yapamıyorum, güçlü duramıyorum.
Doğru yolda mıyım baba? İyi biri miyim? İnsanları üzmekten çok korkuyorum. Sen gittin gideli de bir boşlukta hissediyorum kendimi. Sanki herkes canımı yakıyor, çekiştiriyorlar her yanımdan. Kurtaramaz mısın beni?
Tamam hiç konuşmayalım eğer konuşamıyorsan. Sadece otururuz. Başımı göğsüne yaslarım ben de. Sonra saçlarımı okşarsın. O sıcak nefesini hissederim. Lütfen bunu fazla görme bana. Sana ihtiyacım var baba. Çok ama çok var sonsuz kadar.