Ortadoğu’nun kalbinde, tarih boyunca medeniyetlerin beşiği olmuş bir coğrafyada, Gazze’de yıllardır süregelen bir insanlık dramı yaşanıyor.

Bombaların sesi, çocuk çığlıklarını bastırırken; boyunlarına ‘medeni’ yaftası asılı uluslararası toplum, bu trajediyi ya görmezden geliyor ya da sadece kınamakla yetiniyor.

Oysa Gazze’de yaşananlar, sadece bir siyasi çatışmanın ötesinde; insan haklarının, vicdanın ve uluslararası hukukun ağır bir şekilde ihlali...

2007’den bu yana İsrail’in kara, hava ve deniz ablukası altında olan Gazze Şeridi, dünyanın en yoğun nüfuslu bölgelerinden biri. Elektrik saatlerle veriliyor, temiz suya erişim kısıtlı, temel sağlık hizmetleri neredeyse çökmüş durumda.

Hastaneler, ilaç ve tıbbi malzeme yetersizliği nedeniyle yaralı çocuklara dahi müdahale edemiyor.

Gazze halkı, 21’inci yüzyılda, adeta ortaçağ koşullarına mahkûm ediliyor. Uluslararası hukuka göre savaşın temel kurallarından biri sivillerin korunmasıdır. Ancak Gazze’de bu kural defalarca ihlal edildi/ediliyor…

Evler, okullar, hastaneler ve hatta BM binaları bombaların hedefi oldu.

En çok etkilenen ise hiç şüphe yok ki, çocuklar…

UNICEF’e göre her çatışmada binlerce çocuk hayatını kaybetti ya da sakat kaldı. Psikolojik travma ise ölçülemeyecek kadar derin. Birleşmiş Milletler kararları, insan hakları raporları ve bağımsız gözlemcilerin uyarılarına rağmen Gazze halkı hep yalnız bırakıldı. Kimi zaman ateşkes kararları, kimi zaman geçici yardımlar gündeme gelse de, kalıcı bir barış için somut adımlar atılmadı…

Uluslararası toplumun tepkisizliği, adeta bu vahşetin devam etmesine zemin hazırlıyor. Gazze meselesi artık sadece Filistinlilerin değil, tüm insanlığın vicdan sınavıdır. Bombalar altında yaşam mücadelesi veren bir halkın acısını görmek, anlamak ve sesine ses olmak, insan olmanın temel gereğidir. Bu coğrafyada yaşananlar, günümüz dünyasında adaletin ne kadar seçici işlediğini de açıkça gösteriyor.

Sonuç olarak: Gazze’de yaşananlar, sadece bir savaş ya da siyasi bir çatışma değil; göz göre göre işlenen bir insanlık suçudur. Bu sessiz çığlıkları duymak, görmek ve harekete geçmek; birey olarak bizlerin ve uluslararası toplumun en temel sorumluluğudur.