Ülke olarak yaşadığımız ekonomik buhranın en çok etkilediği kesim hiç şüphe yok ki, gençler…

Gençler, geleceğe umutla bakmak yerine kaygı ve belirsizlik içinde yaşıyor. İşsizlik, ekonomik sıkıntılar ve siyasetin ürettiği çürümüş düzen, gençlerin önünü tıkıyor. Her yıl milyonlarca genç, “Bir çıkış yolu bulabilir miyim?” sorusunu kendi kendine sorarak büyüyor.

Her yıl binlerce üniversite mezunu genç, giderek büyüyen işsizler ordusuna katılıyor. Diplomalar artık duvar süsü olmaktan öteye gitmiyor. İş bulamayan, aldığı eğitimle yetkinleşemeyen gençlerin tek umudu legal ya da illegal yollardan yurtdışına çıkabilmek. ‘Beyin göçü’ artık istatistiklerden ibaret değil, bilakis hayatın gerçeği haline gelmiş durumda.

İktidar, ekonomik ve eğitim politikalarıyla gençliği adeta kaderine terk etmiş durumda.

Varsa yoksa çıkar ağları ve yandaş ilişkileri…

Muhalefet desen iktidardan farkı yok. Ne bir alternatif politika geliştirebiliyorlar, ne topluma umut verebiliyorlar. Tek dertleri günü kurtarmak, mevcut konumlarını koruyabilmek…

Bu belirsizlik, toplumsal sonuçlar doğuruyor. Gençler yalnızlaşmış, umutsuz ve karamsar. Siyasete güveni kalmamış, geleceklerini inşa etmek için gerekli adımları atamıyor. Aslında bu durum, sadece gençliği değil, ülkenin bütün geleceğini tehlikeye atıyor.

Çözüm ancak hem eğitim hem ekonomi hem de siyaset alanında köklü reformlarla mümkün olabilir. Gençlere iş imkanı yaratılmalı, liyakat ve adalet esas alınmalı, eğitim sisteminde üretkenlik ve yenilikçilik ön plana çıkarılmalı. Gençler, kendi potansiyellerini ortaya koyabilecekleri ortamlarda yetişmedikçe, toplumun geri kalanı da bundan elbette ki olumsuz etkilenecektir.Türkiye’nin yarını, bugün gençlere nasıl davranıldığıyla doğrudan ilgilidir. Eğer gençler umutsuzluk içinde büyürse, ülkenin geleceği de aynı karamsarlığı paylaşacaktır. Bu nedenle, gençlerin kaygılarıyla yüzleşmek, onları desteklemek ve geleceğe güvenle bakmalarını sağlamak, hem siyasetçilerin hem de toplumun önceliği olmalıdır.

Öte yandan, bugünün gençliği, sadece ekonomik sıkıntılarla değil, aynı zamanda psikolojik baskılarla da mücadele ediyor. Sürekli ‘başarılı olma’ zorunluluğu altında ezilen, kendi potansiyelini keşfetmeye fırsat bulamayan bir nesil yetişiyor. Sosyal medyada gördüğü parıltılı hayatlarla kendi gerçekliği arasındaki uçurum, gençlerin ruh sağlığını zedeliyor. Hayat pahalılığı ve gelecek endişesiyle birleşen bu durum, depresyon, umutsuzluk ve içe kapanma gibi ciddi sonuçlar doğuruyor.

Bir diğer önemli sorun, gençlerin ülkesine ve topluma aidiyet duygusunu giderek kaybetmesi. ‘Bu ülke bize değer vermiyor’ düşüncesi, gençlerin kalplerinde derin bir kırgınlık yaratıyor. Oysa gençler, bu ülkenin geleceğini şekillendirecek en dinamik ve yaratıcı kesimdir. Onlara güvenmek, söz hakkı tanımak, fikirlerini ciddiye almak sadece bir ‘jest’ değil, bir zorunluluktur. Gençlerin enerjisini bastırmak yerine destekleyen bir anlayışla hareket edilmedikçe, ülke kendi potansiyelini de heba edecektir.

Bugün atılacak her adım, geleceğin rotasını belirleyecektir. Gençlere umut vermek sadece istihdam yaratmakla sınırlı değil elbette. Aynı zamanda adaletli, özgürlükçü ve demokratik bir toplum inşa etmekle de ilgilidir. Gençlerin fikirlerini özgürce ifade edebildiği, liyakatın esas alındığı, emeğin karşılığının verildiği bir sistem kurulmadıkça, ne kalkınmadan ne de toplumsal barıştan söz edilebilir.

Son söz; Geleceği kurtarmak, gençlerin sesine kulak vermekten geçiyor.