Bir bankayı soymaya kalkan soyguncular kuşatılınca, bankada bulunan 4 kişiyi rehin alır ve altı gün boyunca direnirler..
Altı günün sonunda polis operasyon yapar, ancak hiç ummadıkları bir durumla karşılaşır..
Rehineler, operasyona ve kurtarılmaya aktif olarak direnirler..
Daha sonra mahkemede soyguncular aleyhine tanıklık etmeye de yanaşmazlar..
Hatta; para toplayıp savunmalarına yardımcı bile olurlar..

1973 yılında, İsveç’in başkenti Stockholm’deki Kreditbank’a yapılan bu “başarısız” soygun girişiminde ve sonrasında meydana gelen “rehine tavrı” çok dikkat çekti ve inceleme konusu oldu..
Ve o olaydan sonra..
Ortaya çıkan bu davranış biçimi, psikiyatr Nils Bejerot tarafından “Stockholm Sendromu” olarak tanımlandı..
Ve daha sonra benzer psikolojik sorunlarla toplumsal olayları tarif etmek için kullanılmaya başladı..
Açarsak; “rehin alan kopuğuna aşık olma, hatta kölesi-köpeği haline gelme, sempati ve empati oluşması” durumu yani..

Bizim birkaç yıldır yoğun bir biçimde bizde de yaşanıyor bu sendrom..
Türkiye'de bazı insanlar aklını yitirmiş..
“Recep Tayyip çekip gitsin de varsın ülke batsın” diyorlar..
Böylesine bir “akıl tutulması” olsa olsa ancak “Stockholm Sendromu” ile açıklanabilir herhalde..
“Nefret” ülkenin zarar görmesini göze alacak kadar o insanların ruhunu rehin almış durumda..
Ve bu güzel ülkemde böylesine “nefrete aşık olan insanları” dehşetle izliyorum..

Aslında ne yazsam nafile biliyorum..
Çünkü, artık olaylara-ülkesine-insanına “aklıyla gören-değerlendiren” kimse kalmadı neredeyse..
Ya cebiyle bakıyor, ya ideolojisiyle ya da koltuk sevdasıyla..
Beyler, şunu anlayın artık..
Hiçbir şey gördüğünüz-duyduğunuz gibi olmayabilir..
Ve..
Türkiye’de 70 yıldır olduğu gibi; nice Demirel’ler gelir, nice Erdoğan’lar gider..
Önce ülkenize sahip çıkın..
Önce uğruna nice çileler çektiğiniz “iradenize” sahip çıkın..
Birilerinin “yolsuzluk-terör-yoksulluk” ifadelerinin arkasına sığınıp, kafasına göre “iktidar”ları belirlemesine izin vermeyin..
İradenize konan ya da konacak hiçbir ipotek, uğradığınız ya da uğrayacağınız yolsuzluktan daha önemli değildir, olmamalıdır da..
Giden para bir şekilde bulunur, yerine konur, haksız yere alan-çalan da er-geç cezalandırılır..
Ama..
“Halkın iradesine konan bir ipoteği” asla yok edemezsiniz..
Sizi sürükledikleri bir “Tayyip Erdoğan nefreti”ne kapılıp özgürlüğünüzden vazgeçmeyin..
Kimin iktidar, kimin muhalefet olacağına “perde arkasındaki baronlar” karar vermesin, siz karar verin..

Dediğim gibi; aslında ne yazsam nafile..
Nefret öylesine kör etmiş gibi gözleri..
“Benden olmayan ötekidir, hatta düşmandır” tutumuyla herkes birbirine saldırıyor..
Kutuplaşmalar o kadar pompalandı ve arttı ki..
Türk insanı, en büyük özelliği olan “ülkeye aidiyet”i hissetmeme noktasına geldi..
Neredeyse “ortak değerlerimizi” unuttuk..

Biliyorum..
İçinizden çoğu, “bizim ülkemizle bir sorunumuz yok, sorunumuz gözü kara yönetenlerle, bu faturayı hepimiz ödeyeceğiz” diyecektir..
Tamam..
Benim bu düşünceye hiçbir itirazım yok zaten..
Benim itirazım; bu ülkeyi yönetecek gözü kara ya da gözü ak kişileri halkın belirlemesinin önüne geçme çabalarına ve buna halkımızın içinden prim tanıyanlara..
Düşünün biraz..
Ve “nefret”in sizi yönetmesine izin vermeyin..
Unutmayın, keskin sirke küpüne zarardır..
O küp ise; “Tayyip Erdoğan” değil, Türkiye’dir..